16 Mayıs 2021 Pazar

Urartu Şamram Su Kanalı




 Urartu Şamram Su Kanalı

* Milattan önce 810 ile 786 yılları arasında hüküm süren Kral Menua ülkesinin yer aldığı dağlık coğrafyanın zorluklarını ancak imar faaliyetleriyle en aza indirileceği düşünerek, en büyük icraatı olan ve bugünlere kadar gelen, bir sulama kanalı yaptırdı.
* Yaklaşık 50 kilometre uzunluğundaki Şamram Kanalı Van’ın 2800 yıldır kesintisiz bir biçimde güneydoğusundaki Gürpınar ovasından başkent Tuşpa’nın bulunduğu Van Ovası’na tatlı su taşıyor.
* Milattan önce 810 ile 786 yılları arasında hüküm süren Kral Menua ülkesinin yer aldığı dağlık coğrafyanın zorluklarını ancak imar faaliyetleriyle en aza indirileceği düşünerek, en büyük icraatı olan ve bugünlere kadar gelen, bir sulama kanalı yaptırdı[1].
* Yaklaşık 50 kilometre uzunluğundaki Şamram Kanalı Van’ın 2800 yıldır kesintisiz bir biçimde güneydoğusundaki Gürpınar ovasından başkent Tuşpa’nın bulunduğu Van Ovası’na tatlı su taşıyor. Şamram’ın kökeni ise Asur Kraliçesi Sammuramat’a (Semiramis) kadar uzanıyor[2].
* Günümüzden binlerce yıl önce, bugünkü görkem ve teknolojik hassaslığı aratmayan Urartu su mimarisi anıtlarından bazılarının, yörede bugün bile yer yer işe yaraması şaşkınlık yaratıyor. Üstelik dönem ve dayanıklılık açısından bakıldığında, araştırmacılar Urartu baraj, gölet ve sulama kanallarının dünyanın hiçbir yerinde bir benzerlerinin daha bulunmadığını da kabul ediyorlar. Tabii bunların, Şamram Kanalı örneğinde olduğu gibi, çalışır durumda olması konunun önemini daha da arttırıyor. Çünkü bölge, birinci derecede deprem kuşağı içinde bulunuyor ve Urartu dışındaki uygarlıkların anıtları sarsıntıların etkisiyle yerle bir olurken, Urartuların bu yapıtı ise şaşılacak biçimde afetlere direnç göstermiş[3].
* [1] Öziş, Ü., 1987. Ancient water works in Anatolia, International Journal of Water Resources Development, 3(1),pp. 55-62
* [2] Unutmaz, İ.,2013. Anadolu’da antik dönemden günümüze Su mühendisliği harikaları.WILO, İstanbul, 294pp.
* [3] Öziş, a.g.y

10 Mayıs 2021 Pazartesi

Tanrıça Kibele, iki aslanın çektiği bir arabaya oturdu.

 



Tanrıça Kibele, iki aslanın çektiği bir arabaya oturdu. Yunanlılar arasında Kybele veya Tanrıların Büyük Annesi (Matar Kubileya, Frigya'da dağların annesi veya Neo-Hitit'te Kubaba) olarak bilinen, anne figürlerine tapınma geleneğinin olduğu Anadolu'da ortaya çıkmıştır. Kybele'nin vahşi hayvanlara hükmettiği erişilemeyen dağ tepelerinde yaşadığı tahmin ediliyordu. Bu Roma bronz heykelciği 2. yüzyıla kadar uzanıyor.

Xerxes( Serhas) Yazıtı Urartuların başkenti Tuşpa’da (Bugünkü Van Kalesi)

 



Xerxes( Serhas) Yazıtı Urartuların başkenti Tuşpa’da (Bugünkü Van Kalesi)
İran’ın dışında bulunan tek Ahameniş kraliyet yazıtıdır.yazıt 3 sütuna, Eski Persçe, Babilce ve Elamca olarak çivi alfabesiyle soldan sağa yazılmıştır. 27 satırdan oluşmaktadır. Serhas (hükümdarlık: MÖ 486 – 465) Ahameniş İmparatorluğu’nun Pers kralıydı.Yunanca Eski Pers hükümdar adlarından Xšayāršā (Hşayarşa) sözcüğünden gelen Serhas, “kahramanlar kralı” anlamına gelmektedir. Yazıt, Van Kalesinin güneyinde kimsenin ulaşamayacağı kayanın orta kısmındadır. İskit ve Med akınlarıyla zayıflayan Urartulardan sonra bölgeye egemen olan Ermeni Orontid Hanedanı’nın ardından Tuşpa’da kontrol Perslere geçmiş ve yazıt bu nedenle yazdırılmıştır.
''Yüce Ahura Mazda, tanrıların en büyüğüdür. O, Yer’i yarattı, Göğü yarattı, İnsan’ı yarattı, insan için mutluluğu yarattı. O, geçerli tek bir kanun altında yönetilsinler diye Serhası kral yaptı''dizeleriyle devam eden yazıt.

9 Mayıs 2021 Pazar

Irak 'ın Diwaniya eyaletinin 2,000' den fazla tarihi alanı bulunuyor ve Nippur antik Sümer kenti ′′ ziggurat ′′ yapılarına ev sahipliği yapıyor fotoğraf / Ziggurat ' ın içinde çekimi

 


Anadolu'nun Bolluk Ve Bereket Tanrıçası: Kybele

 




Anadolu'nun Bolluk Ve Bereket Tanrıçası: Kybele
Roma ve Yunan mitolojisinde sıklıkla karşımıza çıkan ''Ana Tanrıça'' kavramının kökeni, aslında Anadolu topraklarına kadar dayanıyor. İlk tasvirlere de yine Anadolu’nun merkezinde yer alan Frigya Uygarlığı’nda rastlıyoruz.
Frig halkının “Kybele” ismini verdiği bu tanrıça; Kayseri’de bulunan Kültepe tabletlerinde “Kubaba”, Lidyalılar’da “Kybebe”, Girit’te “Rhea”, Efes’te “Artemis”, İtalya’nın bir kısmında “Venüs”, Roma'da "Magna Mater", Hititler’de ise “Hepat” adıyla anılıyor. Gelin detaylara birlikte göz atalım.
Frigyalılar M.Ö. 9.yüzyılda Gordion (Ankara yakınları) merkez olmak üzere; Ankara, Sinop, Alacahöyük, Pazarlı, Boğazköy, Konya, Malatya, Afyon ve Manisa’ya kadar uzanan geniş bir coğrafya üzerinde kuruldular. Mutlak krallık ile yönetilen Frig halkı çiftçilik ve tarıma fazlasıyla önem vererek su kanalları açacak, hatta tarım faaliyetlerini koruyabilmek adına hukuk kuralları bile oluşturacaktı. Bu kurallar neticesinde saban kırma ile öküz kesmenin cezası ölüm olarak belirlendi. Akabinde hızla zenginleşerek büyüdü Frigler. Dokumacılık alanında ciddi manada kendilerini geliştirdiler ve Tapates adı verilen ünlü kilimi üretip dünya tarihine farklı bir renk katmayı başardılar. Ayrıca oyma ve kabartma sanatında da hatırı sayılır bir yeteneğe sahip olduklarını biliyoruz.
Din anlayışlarına değinecek olursak eğer, inançlarının da tıpkı ekonomik ihtiyaçları gibi tarım çerçevesinde geliştiğini söyleyebiliriz. Çünkü çok tanrılı bir din görüşüne sahip olmalarına rağmen en çok değer verdikleri tanrı; bereket ve bolluk tanrıçası olarak bilinen Kybele'dir. Tasvirlerde Kybele, oldukça yapılı bir kadın figürü ile birlikte doğurganlığına dikkat çekilerek kilolu gösterilir ve ayaklarının dibinde yeni doğmuş bir bebek başı yer alır. Burada kadınsı özelliklere fazlasıyla vurgu yapıldığını görürüz.
Batı Anadolu’daki İda Dağı’nda (Kaz Dağı) yaşayan Kybele, tanrıları hep mağarada doğurur. Tapınak ayinlerinde ona, çok ve çabuk üremesinden dolayı dişi domuz ve sabanla toprağın bağrını yararak döllenmesini sağlayan boğa kurban edilir. Kısacası gerçekleştirilen bütün merasim üreme-üretim ekseninde ilerleyerek, Frigler’in yaşam şeklinin din üzerindeki etkisini kanıtlıyor bizlere. Eski toplumlarda bir kadının ya da hayvanın hamileliği, yeryüzünün bahardan önceki gebeliği gibi kutsal kabul edilirdi. Bu perspektiften bakacak olursak eğer toprak ananın yeryüzündeki temsilcisi olan kadın ile tarım arasında enteresan bir ilişki kurulduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Kybele doğa ve vahşi hayvanlarla da özdeşleştirilir.
Mesela Ay ile Aslan onun en önemli sembollerindendir. Ay; ölüm ve yaşamın sürekli değişen yönünü, aslan ise kudret, irade ve adaleti tasvir eder.
Bazı heykellerinde ise kafasının üzerinde kuleye benzeyen yüksek bir taç taşır Ana Tanrıça. Bu taç, şehirlerin ve tarımsal ürünlerin tek egemeni sayıldığını işaret ettiği için ona “Mater Turrigera (Ulu Ana)” da denilir. Kulelerin sayıları, Kybele’nin koruyuculuğu altında bulunan kent veya kentleri sembolize eder.
Kybele zamanla Anadolu’dan Mezopotamya’ya, Suriye, Lübnan ve Filistin’e, Ege adalarıyla Girit’e kadar bütün Akdeniz kıyılarını kaplayacak ve hatta Yunanistan ile İtalya’ya yayılarak adından sıkça söz ettirecektir. Biz de yazımızı onun meşhur aşk hikayesi ile sonlandırmak istiyoruz… Attis isminde çok yakışıklı bir Frig delikanlısına aşık olur Kybele. Kendi tapınağının bütün bakımını ona bırakır. Tek şartı ise Attis’in ömür boyu bakir kalacağına dair söz vermesi ve bu sözünden asla dönmemesidir. Böylece ikili aralarında anlaşırlar. Fakat ilerleyen süreçte bir faniyle ilişki yaşamaya başlayan Attis, sözünden döner. Kybele düğününe gider Attis’in. Tanrıça’yı gören delikanlı bir anda verdiği sözü hatırlayarak inanılmaz bir vicdan azabı duyar. Yaşadığı ağır şokun etkisiyle beraber erkeklik organını kesen Attis, bununla bile yetinmeyerek kendisini asmaya kalkar ama Kybele ona acır ve duruma müdahale edip sevdiği adamı bir çam ağacına dönüştürür. O günden sonra da çam kozalakları Attis’in simgesi olur.
Kaynak:
Elif Ersoy, “Ana Tanrıça Kültü”
Ömer Çapar, “Roma Tarihinde Magna Mater (Kybele) Tapınımı”
Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi

HİTİT DEVLETİ

 

          İmparatorluk döneminde Hatti/Hitit Ülkesi (yer isimleri: Brandau ve Shickert, 2015;
Chulev, 2017’den)


HİTİT DEVLETİ
Alaca Höyük’teki Erken Tunç dönemine ait kral mezarlarında bulunan hayvan şeklindeki alametler Güney Rusya’daki Maikop uygarlığında da görülmektedir (Uhlig, 2001, sf. 107-110). Bu ilkel inanç dönemini aşmış olan Hattilerdeyse tanrılar insan biçiminde olup hepsinin kendine özgü adı olan erkek ve kadın tanrılardır (Akurgal, 1998, sf. 23). Dinsel törenlerde tanrıları temsil eden bu hayvancıklar şu hâlde Hititler ile gelmişler ve Maikop uygarlığı ile benzerlik taşıdığından bu kavmin oralardan gelmiş olabileceğini de göstermektedir. Ancak Akurgal, daha sonraki yıllarda bu topraklara gelmiş olan Hititlere ait bu kült sembollerin kendilerinden en az bin yıl önce yaşamış olan Hatti mezarlarından nasıl çıktığına bir açıklık getirmez.
Hitit belgelerine göre, bu halk, yerleşim bölgesi belirlenemeyen Kussara krallığını ele geçirdi ve liderleri Pithana hükümdar oldu (Uhlig, 2001, sf. 147). Bu çivi yazılarında Kussara, Hititlerin Anadolu’daki yayılmalarının çıkış noktası olarak anılmaktadır. Pithana ve oğlu Anittas, MÖ 18 inci yüzyıl ortalarında belki de son çeyrekte, Neşa (Kaneş) kentini ele geçirdi. Neşa Kralı Anitta‘nın üç kil tabletinde, bir Hatti kralıyla yaptığı savaşı ve Hattilerin kenti Hattuşa’yı yakıp yıkarak bir daha orada kent kuracak olanı lanetlediği anlatılıyordu (Ceram, 1994, sf. 71). Anitta’nın Kaneş’i almasını anlattığı bu belgede, kenti ele geçirdikten sonra yerli halka dokunmadığı ve onlara “analar, babalar gibi” davrandığı açıklanır (Dinçol, 2004). Bu olay, acaba iki halkın aynı kökten mi geldiğini anlatmaktadır? Kaneş’in fethi, Hititlerin Anadolu’ya gelmesinden önce Hattilerin orada var olduğunu gösterir. Hititler bundan sonra, Hatti beyliklerini birer birer ele geçirmişler ve sonunda, Maraşantiya (Kızılırmak) yayı içerisinde bir Orta Anadolu devleti haline gelmişlerdir. Hitit Krallığı kurulana kadar geçen bu döneme (MÖ 2000-1650) Beylikler Dönemi denir. Bu dönemde başkent, Kussara adını alan Neşa’dır (Alp, 2001, sf. 57). Beyliklerin birbirleriyle yaptıkları savaşın sonunda Hattuşa’da Eski Hitit Krallığı kurulmuştur (Akurgal, 1998, sf. 53).
Bugün için bilinen Hitit tarihi üç döneme ayrılır (Van den Hout, 2019): 1) Eski Krallık dönemi (MÖ 1650-1475), 2) Orta Krallık dönemi (MÖ 1475-1350) ve 3) İmparatorluk dönemi (MÖ 1350-1200). Asur (Akad), Mani ve Babil’in (Sümer-Yukarı Mezopotamya) MÖ 16 ncı yüzyıldan, Mitanni (Güneydoğu Anadolu-Suriye) ve Hurri (Doğu Anadolu) devletlerininse 15 inci yüzyıldan sonra zayıflamaları Hitit İmparatorluğu’nun yükselmesine yol açmıştır (Akurgal, 1998, sf. 112).
Hititlerin ilk kralı Labarna, fakat krallığın gerçek kurucusu Hattuşili’dir (MÖ 1650-1620) (Alp, 2001, sf. 57). Labarna’nın bir kral adı mı yoksa sonraki kralların adının önünde (Tabarna) kullanıldığına göre kralı betimleyen bir unvan mı olduğu belirsizdir (Brandau ve Shickert, 2015, sf. 37). Labarna’nın kanından olmayan (Akurgal, 1998, sf. 55) I. Hattuşili, Kussara kralı Anittas’ın yakıp yıktığı (Ceram, 1994, sf. 93) ve bir daha kurulmaması için lanetlediği Hattuşa’yı başkent yaptı. Ondan başlayarak Hitit kralları soylarını Kussara hanedanına dayandırmışlar ve ataları olarak da Büyük Kral Anittas’ı benimsemişlerdir (Ceram, 1994, sf. 94).
Büyük Krallık yani İmparatorluk dönemi II. Tuthaliya ile başlar (Akurgal, 1998, sf. 69). Kizzuwatna ülkesinin Adaniya (Brandau ve Shickert, 2015) olarak adlandırılan kesimini (Kilikya-Çukurova) alır, Kargamış ve Halpa’yı (Halep) güvence altına alarak Mısır’ın kuzeye doğru yayılmasını durdurur. Doğuda da Mitanni devletini durdurur.
O zamanın iki güçlü krallığı Hitit ve Mısır en sonunda, Hitit kralı II. Muvatalli (MÖ 1290-1273) döneminde karşı karşıya geldiler. Mısır’ın başında III. Ramses vardır. MÖ 1274 Nisan ayı ortalarında, Kadeş kentinde yapılan savaşı Hititler kazanır (Brandau ve Shickert, 2015, sf. 230). Savaşın sonunda, daha önce Mısır’a ait olan Amurru ülkesi (Suriye) ve Kadeş Hitit Krallığına verilir. İki ülke arasında Kadeş Savaşı’nın barış antlaşması ise III. Hattuşili döneminde (MÖ 1267-1240) 1259’da tablete geçirilir (Brandau ve Shickert, 2015, sf. 258). New York’taki BM binasının duvarına bir kopyası asılmış olan bu metin, devletler hukuku alanında dünyanın ilk antlaşma belgesidir. Buna göre, iki devlet hem birbirleriyle savaşmayacaklar hem de içerideki düşmanları konusunda birbirlerine yardım edeceklerdir.
Ceram’a (1994, sf. 142) göre, Hititlerin doruk noktasından aşağıya doğu inişi bu antlaşmayla başlar. Sınır güvenliğini sağlamak için kendilerini sınırlayan Hititler büyüklüklerini yitirmiştir. Barış antlaşmasından sonra III. Hattuşili’nin kızı II. Ramses ile evlenir ve firavun sarayının baş kadını olur. Kendisi de bir rahip olan III. Hattuşili, bir Hurri rahibinin kızı olan eşi Puduhepa ile birlikte dini siyasete alet ederek Hurri inancını Hattuşa’ya soktular ve böylece Hitit kimliğini yaraladılar. Bu durum, İmparatorluğun çözülme nedenlerinden birisi oldu (Akurgal, 1998, sf. 96). Hititlerin son kralı olan II. Suppiluliuma döneminde (MÖ 1200-1190), saray başyazıcısının kayıtlarına göre, batıdan gelmeye başlayan dış tehlike karşısında halk ayaklanır ve saray da karışır. Tarım bölgeleriyle bağlantısı kesilen Hattuşa’da büyük bir kıtlık baş gösterir.
Mısır belgelerinden öğrendiğimize göre (Ceram, 1994, sf. 143), birçok farklı halktan oluşan “deniz kavimleri[9]”, MÖ 1250 dolaylarında, önce Troya’yı sonra da 1190 dolayında Hattuşa’yı yakıp yıktılar. Hitit belgelerinde “Sikila Adamları” olarak adlandırılan bu deniz halklarının kimliği bilinmemekte, onlarla birlikte, Millawanda (Milet) kalelerinin yıkılmasıyla güneye doğru ilerleyen Ahhiyavalılar (Akhalar) ve korsanlığa başlamış olan Lukkalar’ın (Likyalılar) da adları geçer (Brandau ve Shickert, 2015, sf. 296).
[9] Eski Yunan, bu halklara “pelajlar” (pelasges) adını vermiş ve bu yüzden, birçok metinde bu isimle anılmaktadırlar. Grekçe konuşmayan her halka “barbar” anlamında bu ismi veriyorlardı (Gabriel-Leroux, 1944, sf. 12). Benzer yaklaşım Romalılarda da görülür; Latince konuşmayan her halk barbardır.
İç ve dış durumlar Hattuşa’nın sonunun geldiğini, artık başkent ve yönetim merkezi olarak kalmasının olanaksız olduğunu gösterir (Brandau ve Shickert, 2015, sf. 301). Kentin son zamanlarında, aşağı kentteki Büyük Tapınak tamamıyla yanar ve yukarı kentteki bazı tapınak ve yapılarda da yangın çıkar. Kalıntılarda yağma izleri ve ölüler görülmemektedir. Yanan yapılarda sadece taşınamayacak kadar büyük olan erzak küpleri, değersiz birkaç çanak çömlek ve eski tablet arşivleri kalmıştır. Sanki Hattuşa tapınak ve saraylarının taşınabilecek tüm eşyaları boşaltıldıktan sonra yanmışlardır. II. Suppiluliuma, yönetim kadrosuyla birlikte sonuna kadar Hattuşa’da kalmamıştır. Olasılıkla, imparatorluk yıkılmadan önce başkent başka bir merkeze taşınmış gibidir. Kral ve saray görevlileri taşınabilecek herşeyi alarak yapıları boşalttıktan sonra geride kalan kent halkı ve belki de yakın çevrede yaşayanlar, terk edilmiş yapılardaki iyi kötü işlerine yarayacak ne varsa topladılar ve yangınlardan onlar sorumluydular.
1200’lerde, tüm Ege-Anadolu-Mezopotamya bölgesinde yaşanan büyük ekonomik sıkıntının, uluslararası ticaret sisteminin tıkanmasının ve siyasal işbirliğinin çöküşü belki de bu “deniz kavimlerinin istilası” olaylarına yol açmıştır (Brandau ve Shickert, 2015, sf. 316-7). Böylece Yakın Doğu’nun zirveye çıktığı Tunç Çağı sona ererek uzun bir Karanlık Çağ başlamıştır (Childe, 1974, sf. 261). Uhlig (2001, sf. 172), Hitit İmparatorluğu’nun bağlaşığı Truva’nın bu kavimler tarafından yakılıp yıkılmasının, zengin Anadolu’nun bu savaşçıların iştahının kabarmasına yol açmış olduğunu yazar. Childe (1974, sf. 260), Mısır ve Hitit imparatorluğunun ordularını güçlendirmek için tuttukları barbar paralı askerlerin bu yıkıma neden olduğunu yazar; bu barbarlar, uygar ülkelerde gördükleri eğitim sonucunda öğrendikleri demirciliği, silah yapımını ve savaş tekniklerini yıkımlarına yol açacak biçimde efendilerine karşı kullanmışlardır. Deniz kavimleri sadece savaşçı değillerdi, çoluk çocuğunu da yanlarına almış ve varını yoğunu kağnı arabalarına yükleyerek yeni bir yaşam kurabileceği uzak ülkelere göçen kitlelerdi (Uhlig, 2001, sf. 172). Ganimet peşinde koşmuyorlar, daha iyi bir yaşam arıyorlardı. Hititlerden sonra Orta Anadolu’ya egemen olan Friglerin de bu topluluklar arasında olduğu yazılır.
Hitit devleti, iç siyasetten kaynaklanan sorunlar, kuraklıklar başta olmak üzere oluşan iklim değişiklikleri, doğal kaynakların gereğinden fazla tüketilmesi ve Geç Tunç Çağı’nın sonlarında Doğu Akdeniz’deki birçok devletin yıkılmasına neden olan siyasal ve yapısal gelişmelere uyum sağlayacak biçimde geliştirilememiş olmasının sonucu olarak yıkılmış olmalıdır (Schachner, 2019a).
Hitit İmparatorluğu, kuruluşundaki gibi aniden yıkıldıysa da Hitit halkı Anadolu’da yaşamayı sürdürdü. Güneydoğu Anadolu ve Mezopotamya’da, onlarca kent devletçiklerinden oluşan beylikler biçiminde Hitit geleneği sürmüştür (Akurgal, 2018, sf. 271).










Hatti medeniyeti; hititlerle dil ve ırk bakımından tamamıyla farklılar ve ancak kültürel bakımından hititlerle birlikte yaşadığı görülür.

 



Hatti medeniyeti; hititlerle dil ve ırk bakımından tamamıyla farklılar ve ancak kültürel bakımından hititlerle birlikte yaşadığı görülür.
Bu isim ilk defa mezopotamya yazili kaynaklarindan akkadlar döneminde kullanılmıştır.
Anadoludaki hatti beyliklerinde m.ö 2500.2000.'lerde var olmus bir prohistorya uygarlıgidir.
Hatti medeniyeti sikca hititlerle oysa hattiler hititlerden çok daha eskiye dayanıyor.