İmparatorluk döneminde Hatti/Hitit Ülkesi (yer isimleri: Brandau ve Shickert, 2015;
Chulev, 2017’den)
HİTİT DEVLETİ
Alaca Höyük’teki Erken Tunç dönemine ait kral mezarlarında bulunan hayvan şeklindeki alametler Güney Rusya’daki Maikop uygarlığında da görülmektedir (Uhlig, 2001, sf. 107-110). Bu ilkel inanç dönemini aşmış olan Hattilerdeyse tanrılar insan biçiminde olup hepsinin kendine özgü adı olan erkek ve kadın tanrılardır (Akurgal, 1998, sf. 23). Dinsel törenlerde tanrıları temsil eden bu hayvancıklar şu hâlde Hititler ile gelmişler ve Maikop uygarlığı ile benzerlik taşıdığından bu kavmin oralardan gelmiş olabileceğini de göstermektedir. Ancak Akurgal, daha sonraki yıllarda bu topraklara gelmiş olan Hititlere ait bu kült sembollerin kendilerinden en az bin yıl önce yaşamış olan Hatti mezarlarından nasıl çıktığına bir açıklık getirmez.
Hitit belgelerine göre, bu halk, yerleşim bölgesi belirlenemeyen Kussara krallığını ele geçirdi ve liderleri Pithana hükümdar oldu (Uhlig, 2001, sf. 147). Bu çivi yazılarında Kussara, Hititlerin Anadolu’daki yayılmalarının çıkış noktası olarak anılmaktadır. Pithana ve oğlu Anittas, MÖ 18 inci yüzyıl ortalarında belki de son çeyrekte, Neşa (Kaneş) kentini ele geçirdi. Neşa Kralı Anitta‘nın üç kil tabletinde, bir Hatti kralıyla yaptığı savaşı ve Hattilerin kenti Hattuşa’yı yakıp yıkarak bir daha orada kent kuracak olanı lanetlediği anlatılıyordu (Ceram, 1994, sf. 71). Anitta’nın Kaneş’i almasını anlattığı bu belgede, kenti ele geçirdikten sonra yerli halka dokunmadığı ve onlara “analar, babalar gibi” davrandığı açıklanır (Dinçol, 2004). Bu olay, acaba iki halkın aynı kökten mi geldiğini anlatmaktadır? Kaneş’in fethi, Hititlerin Anadolu’ya gelmesinden önce Hattilerin orada var olduğunu gösterir. Hititler bundan sonra, Hatti beyliklerini birer birer ele geçirmişler ve sonunda, Maraşantiya (Kızılırmak) yayı içerisinde bir Orta Anadolu devleti haline gelmişlerdir. Hitit Krallığı kurulana kadar geçen bu döneme (MÖ 2000-1650) Beylikler Dönemi denir. Bu dönemde başkent, Kussara adını alan Neşa’dır (Alp, 2001, sf. 57). Beyliklerin birbirleriyle yaptıkları savaşın sonunda Hattuşa’da Eski Hitit Krallığı kurulmuştur (Akurgal, 1998, sf. 53).
Bugün için bilinen Hitit tarihi üç döneme ayrılır (Van den Hout, 2019): 1) Eski Krallık dönemi (MÖ 1650-1475), 2) Orta Krallık dönemi (MÖ 1475-1350) ve 3) İmparatorluk dönemi (MÖ 1350-1200). Asur (Akad), Mani ve Babil’in (Sümer-Yukarı Mezopotamya) MÖ 16 ncı yüzyıldan, Mitanni (Güneydoğu Anadolu-Suriye) ve Hurri (Doğu Anadolu) devletlerininse 15 inci yüzyıldan sonra zayıflamaları Hitit İmparatorluğu’nun yükselmesine yol açmıştır (Akurgal, 1998, sf. 112).
Hititlerin ilk kralı Labarna, fakat krallığın gerçek kurucusu Hattuşili’dir (MÖ 1650-1620) (Alp, 2001, sf. 57). Labarna’nın bir kral adı mı yoksa sonraki kralların adının önünde (Tabarna) kullanıldığına göre kralı betimleyen bir unvan mı olduğu belirsizdir (Brandau ve Shickert, 2015, sf. 37). Labarna’nın kanından olmayan (Akurgal, 1998, sf. 55) I. Hattuşili, Kussara kralı Anittas’ın yakıp yıktığı (Ceram, 1994, sf. 93) ve bir daha kurulmaması için lanetlediği Hattuşa’yı başkent yaptı. Ondan başlayarak Hitit kralları soylarını Kussara hanedanına dayandırmışlar ve ataları olarak da Büyük Kral Anittas’ı benimsemişlerdir (Ceram, 1994, sf. 94).
Büyük Krallık yani İmparatorluk dönemi II. Tuthaliya ile başlar (Akurgal, 1998, sf. 69). Kizzuwatna ülkesinin Adaniya (Brandau ve Shickert, 2015) olarak adlandırılan kesimini (Kilikya-Çukurova) alır, Kargamış ve Halpa’yı (Halep) güvence altına alarak Mısır’ın kuzeye doğru yayılmasını durdurur. Doğuda da Mitanni devletini durdurur.
O zamanın iki güçlü krallığı Hitit ve Mısır en sonunda, Hitit kralı II. Muvatalli (MÖ 1290-1273) döneminde karşı karşıya geldiler. Mısır’ın başında III. Ramses vardır. MÖ 1274 Nisan ayı ortalarında, Kadeş kentinde yapılan savaşı Hititler kazanır (Brandau ve Shickert, 2015, sf. 230). Savaşın sonunda, daha önce Mısır’a ait olan Amurru ülkesi (Suriye) ve Kadeş Hitit Krallığına verilir. İki ülke arasında Kadeş Savaşı’nın barış antlaşması ise III. Hattuşili döneminde (MÖ 1267-1240) 1259’da tablete geçirilir (Brandau ve Shickert, 2015, sf. 258). New York’taki BM binasının duvarına bir kopyası asılmış olan bu metin, devletler hukuku alanında dünyanın ilk antlaşma belgesidir. Buna göre, iki devlet hem birbirleriyle savaşmayacaklar hem de içerideki düşmanları konusunda birbirlerine yardım edeceklerdir.
Ceram’a (1994, sf. 142) göre, Hititlerin doruk noktasından aşağıya doğu inişi bu antlaşmayla başlar. Sınır güvenliğini sağlamak için kendilerini sınırlayan Hititler büyüklüklerini yitirmiştir. Barış antlaşmasından sonra III. Hattuşili’nin kızı II. Ramses ile evlenir ve firavun sarayının baş kadını olur. Kendisi de bir rahip olan III. Hattuşili, bir Hurri rahibinin kızı olan eşi Puduhepa ile birlikte dini siyasete alet ederek Hurri inancını Hattuşa’ya soktular ve böylece Hitit kimliğini yaraladılar. Bu durum, İmparatorluğun çözülme nedenlerinden birisi oldu (Akurgal, 1998, sf. 96). Hititlerin son kralı olan II. Suppiluliuma döneminde (MÖ 1200-1190), saray başyazıcısının kayıtlarına göre, batıdan gelmeye başlayan dış tehlike karşısında halk ayaklanır ve saray da karışır. Tarım bölgeleriyle bağlantısı kesilen Hattuşa’da büyük bir kıtlık baş gösterir.
Mısır belgelerinden öğrendiğimize göre (Ceram, 1994, sf. 143), birçok farklı halktan oluşan “deniz kavimleri[9]”, MÖ 1250 dolaylarında, önce Troya’yı sonra da 1190 dolayında Hattuşa’yı yakıp yıktılar. Hitit belgelerinde “Sikila Adamları” olarak adlandırılan bu deniz halklarının kimliği bilinmemekte, onlarla birlikte, Millawanda (Milet) kalelerinin yıkılmasıyla güneye doğru ilerleyen Ahhiyavalılar (Akhalar) ve korsanlığa başlamış olan Lukkalar’ın (Likyalılar) da adları geçer (Brandau ve Shickert, 2015, sf. 296).
[9] Eski Yunan, bu halklara “pelajlar” (pelasges) adını vermiş ve bu yüzden, birçok metinde bu isimle anılmaktadırlar. Grekçe konuşmayan her halka “barbar” anlamında bu ismi veriyorlardı (Gabriel-Leroux, 1944, sf. 12). Benzer yaklaşım Romalılarda da görülür; Latince konuşmayan her halk barbardır.
İç ve dış durumlar Hattuşa’nın sonunun geldiğini, artık başkent ve yönetim merkezi olarak kalmasının olanaksız olduğunu gösterir (Brandau ve Shickert, 2015, sf. 301). Kentin son zamanlarında, aşağı kentteki Büyük Tapınak tamamıyla yanar ve yukarı kentteki bazı tapınak ve yapılarda da yangın çıkar. Kalıntılarda yağma izleri ve ölüler görülmemektedir. Yanan yapılarda sadece taşınamayacak kadar büyük olan erzak küpleri, değersiz birkaç çanak çömlek ve eski tablet arşivleri kalmıştır. Sanki Hattuşa tapınak ve saraylarının taşınabilecek tüm eşyaları boşaltıldıktan sonra yanmışlardır. II. Suppiluliuma, yönetim kadrosuyla birlikte sonuna kadar Hattuşa’da kalmamıştır. Olasılıkla, imparatorluk yıkılmadan önce başkent başka bir merkeze taşınmış gibidir. Kral ve saray görevlileri taşınabilecek herşeyi alarak yapıları boşalttıktan sonra geride kalan kent halkı ve belki de yakın çevrede yaşayanlar, terk edilmiş yapılardaki iyi kötü işlerine yarayacak ne varsa topladılar ve yangınlardan onlar sorumluydular.
1200’lerde, tüm Ege-Anadolu-Mezopotamya bölgesinde yaşanan büyük ekonomik sıkıntının, uluslararası ticaret sisteminin tıkanmasının ve siyasal işbirliğinin çöküşü belki de bu “deniz kavimlerinin istilası” olaylarına yol açmıştır (Brandau ve Shickert, 2015, sf. 316-7). Böylece Yakın Doğu’nun zirveye çıktığı Tunç Çağı sona ererek uzun bir Karanlık Çağ başlamıştır (Childe, 1974, sf. 261). Uhlig (2001, sf. 172), Hitit İmparatorluğu’nun bağlaşığı Truva’nın bu kavimler tarafından yakılıp yıkılmasının, zengin Anadolu’nun bu savaşçıların iştahının kabarmasına yol açmış olduğunu yazar. Childe (1974, sf. 260), Mısır ve Hitit imparatorluğunun ordularını güçlendirmek için tuttukları barbar paralı askerlerin bu yıkıma neden olduğunu yazar; bu barbarlar, uygar ülkelerde gördükleri eğitim sonucunda öğrendikleri demirciliği, silah yapımını ve savaş tekniklerini yıkımlarına yol açacak biçimde efendilerine karşı kullanmışlardır. Deniz kavimleri sadece savaşçı değillerdi, çoluk çocuğunu da yanlarına almış ve varını yoğunu kağnı arabalarına yükleyerek yeni bir yaşam kurabileceği uzak ülkelere göçen kitlelerdi (Uhlig, 2001, sf. 172). Ganimet peşinde koşmuyorlar, daha iyi bir yaşam arıyorlardı. Hititlerden sonra Orta Anadolu’ya egemen olan Friglerin de bu topluluklar arasında olduğu yazılır.
Hitit devleti, iç siyasetten kaynaklanan sorunlar, kuraklıklar başta olmak üzere oluşan iklim değişiklikleri, doğal kaynakların gereğinden fazla tüketilmesi ve Geç Tunç Çağı’nın sonlarında Doğu Akdeniz’deki birçok devletin yıkılmasına neden olan siyasal ve yapısal gelişmelere uyum sağlayacak biçimde geliştirilememiş olmasının sonucu olarak yıkılmış olmalıdır (Schachner, 2019a).
Hitit İmparatorluğu, kuruluşundaki gibi aniden yıkıldıysa da Hitit halkı Anadolu’da yaşamayı sürdürdü. Güneydoğu Anadolu ve Mezopotamya’da, onlarca kent devletçiklerinden oluşan beylikler biçiminde Hitit geleneği sürmüştür (Akurgal, 2018, sf. 271).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder