2 Şubat 2020 Pazar

HİTİT TARİHİ















HİTİT TARİHİ

“Anitta, Pithana nın oğlu, Kuššara kralı, söyle:
O Gökyüzünün Fırtına Tanrısı nın sevgilisi idi.
Kuššara kralı, kentten büyük bir kudretle inip, Neša yı bir gecede gücü sayesinde aldı.
Neša kralına saldırdı, ama Neša nın halkına kötülük etmedi.
Onları (kendisinin) “anaları” ve “babaları” yaptı.”
Anitta Metni )
Sarı, gri ve yeşilin, sert ve bereketli bir coğrafyada yarattığı ıssız güzellikte, tunç çağının büyük başkenti, tüm azametiyle karşımızda duruyor. Bir zamanların yüksek sur duvarları, tapınakları artık ayakta olmamasına rağmen, önümüzde uzayıp giden kalıntılar, geçmişin görkemini hayal edebilmeye yetiyor.
2005 yılında tamamlanan ve surların yüzde birini ayağa kaldıran bir projeyle iki kule ve üç sur duvarından oluşan 65 metrelik bir bölüm, kerpiç tuğlalarla, o zamanki ustaların kullandığı malzeme ve yöntemlerle yeniden inşa edildi. İşte bu anıtsal surun önündeyiz.
Tanrı Teşup’tan izin istiyoruz, imparatorluk başkentine girmek için.
Ve Hattuşa, bizi kabul ediyor.
Hititleri arıyoruz.
Anadolu’nun ilk imparatorlarını…
Hititler kimdi ?
Hititlerin kim olduğu sorusuna yanıt ararken konuştukları dile baktığımızda, resmi tarihe göre, Hititçe’nin Hint-Avrupa dil ailesinin bilinen en eski üyesi olduğu söylenir. Bu dili Hititlerin kendileri Neşa dili (Nesice) diye adlandırıyordu. Dolayısıyla kendilerine de Nesililer diyorlardı.
Neşa (Kaneş) kenti Hattuşa’nın 124 km. güneyinde bugünkü Kayseri’de Kültepe olarak anılan yerdi. Bu kent Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nın ( M.Ö. 1945-1735) en önemli Karumlarından (ticaret merkezi) birine sahipti. Kaneş, Assurlu tüccarların oluşturduğu ticaret kolonileri ağının merkezi olmasının yanı sıra, aynı zamanda Hititlerin de ilk başkentiydi.
Bu dönemde Anadolu’nun siyasi yapısı, birbirleriyle mücadele halinde olan kralların yönettiği kent devletlerinden oluşmaktaydı ve siyasi birliği sağlayacak merkezi bir otorite yoktu. Assurlular gelmeden önce Anadolu analfabet ( yazısız ) dönemini yaşıyordu. Dolayısıyla bu dönemdeki toplumlar birer protohistorya uygarlığıdır. Bu durum Anadolu tarihinin incelenmesi açısından önemli sorunlara yol açmıştır. İlk Tunç Çağı ile Hititlerin ortaya çıktığı Orta Tunç Çağı’nın ortaları arasındaki dönemle ilgili olan yazılı bilgilerimiz Assur kaynakları ile sınırlıdır. Bu kaynaklarda da genelde tüccarların muhasebe bilgileri ve alışveriş sözleşmeleri yer alır. Ya da herhangi bir Assur kralının Anadolulu bir kral ya da krallar koalisyonu ile yaptığı savaşta kazandığı zaferden söz edilir. Bu kaynaklarda sözü geçen devletlerin lokalizasyonu Anadolu tarihinin hala çözümlenmemiş problemlerindendir.
Hititler, tarih sahnesinde rol aldıklarında, Anadolu’da Hattiler, Luviler, Palalar, Gaşkalar, Hurriler gibi toplulukların yaşadıklarını biliyoruz. Bunlar arasında Luviler ve Palaların dilleri de Hint-Avrupa ailesine dahil edilir ve Hititçe’yle akraba oldukları söylenir. Mantıksal olarak düşünüldüğünde Hititlerin Anadolu’da ortaya çıkışıyla ilgili iki hipotez ortaya sürülebilir :
1. Yarımadaya bir göçle gelmişlerdi. Ancak izledikleri rota belirsizdir. Anadolu’ya , Balkanlar-Kafkasya ya da Kuzey Suriye üzerinden mi girdikleri konusunda somut bulgular bulunamamıştır. Buna ek olarak Anadolu’ya gelirken kullandıkları düşünülen güzergahlarda ve anayurtları olabilecek yerlerde, bugüne kadar hiçbir Hitit kalıntısı ya da eseri bulunamamıştır. Kısacası bu “göç”le ilgili hiçbir emareye rastlanmaz. Bu durumu yumuşatmak için göç teorisini savunanlar Hititlerin toplu bir halde aniden göç ettikleri varsayımı yerine çok uzun zaman dilimi içinde gruplar halinde Hatti Ülkesi’ne geldikleri varsayımını geliştirmişlerdir. Göç hipotezindeki zayıf halkalar ise ikinci bir hipotezi doğurmuştur.
2. Onlar hiçbir yerden gelmemişti. Hititler, zaten Anadolu’nun yerli halkıydı. Tıpkı Hattiler ya da Luviler gibi onlar da uzun bir süredir Anadolu’da yaşıyorlardı. İşte bu nedenledir ki, diğer halklarla, toplumsal, dinsel, kültürel bir birliktelik yaratıp siyasi bir merkez olmayı başarabilmişlerdi.
Şu an elimizdeki arkeolojik ve tarihsel verilere göre, Hititlerin ortaya çıkışıyla ilgili karanlık noktalar, henüz kesin olarak aydınlatılamamıştır.
“Hitit” Sözcüğü
Sargon’un kurduğu ve tarihin ilk imparatorluğu olan Akkad Devleti (M.Ö. 2270-2080) kayıtlarında Anadolu’dan (URUHa-at-ti), “Hatti Ülkesi” diye sözedilir. Bu adlandırma neredeyse 1500 yıl boyunca geçerli kaldı. Bu Anadolu’nun bilinen en eski adıdır. Ve burada yaşayan insanlara da Hattiler deniyordu. Hititler de ülkeri için bu adı kullandılar. 1915 yılında Bedrich Hrozny’nin Hitit Çivi Yazısı’nı çözmesinin ardından, okunan kil tabletlerde “ Hatti” sözcüğüne çok sık rastlanmasından dolayı, ilk zamanlarda, Nesililer de Hatti olarak adlandırılmıştı. Oysa bu halk bambaşka bir dil konuşuyordu.
Kavram karmaşası öyle bir boyuta gelmişti ki hatalı bir şekilde Hititler ile Hattilerin aynı kavim oldukları kabul edilerek Hattilere, Proto-Hititler ; hatta ve hatta Proto-Hattiler gibi mantık dışı adlar takıldı. Ancak araştırmalar ilerledikçe gerçek anlaşıldı ve iki halkın da farklı diller konuşan farklı uluslar olduğu tespit edildi.
Ancak “ Hitit” sözcüğü de uydurma bir addı.
Hititlerden (Geç Hititlerden) ilk bahseden kaynaklardan olan Tevrat’ta adı geçen ve Hetoğulları olarak Türkçeleştirebileceğimiz “Hittim” kavmi, İbranice’de sesli harfler olmadığı için “ht” olarak yazılıyordu. Martin Luther, Tevrat’ı Almanca’ya çevirirken bu harfleri “hethit” olarak telaffuz etmişti. Buradan yola çıkılarak Almanca Die Hethiterİngilizce The HittitiesFransızca Les Hittities ve İtalyanca Gli Ittiti gibi terimler uyduruldu.
Üstelik bu Tevrat bağlantısından dolayı, Hattuşa kazılarına başlanıp dilleri çözülene kadar, Hititlerin Kuzey Suriye’de yaşamış semitik bir kavim olduğu sanıldı.
Türk Tarih Tezi’nin ileri sürüldüğü yıllarda ise “ Eti “ sözcüğü kullanılmışsa da günümüzde bizler de “Hitit” terimini kullanmaktayız.
Ama onlar kendilerine Nesili diyordu…
Günümüzde İdeolojik Bir Aygıt Olarak Hititçe
“ NINDA-an ezzateni watarra ekutteni 
Hititçe’nin bir Hint-Avrupa dili olduğunu öne süren tezlerin dayanağı, Hrozny’nin deşifre ettiği yukarıdaki cümledir. NINDA ideogramının Sümerce “ekmek” anlamına geldiği zaten biliniyordu. Mantıksal olarak ekmek sözcüğünden sonra “yemek” yükleminin geleceğini düşünen Hrozny, “to eat” (İng.) ve “essen” (Alm.) fiillerinden esinlenerek “ezza”yı “yemek” olarak çevirdi. Sonrası daha da kolaydı. “watarra” - “water” (su) ve “eku” – “aqua” (içmek) benzerliğinden yararlanarak Hititçe bir cümlenin ilk çevirisini yapmış oldu :
“ Ekmeği yiyeceksiniz, suyu da içeceksiniz.”
Avrupa’da ortaya çıkan burjuva sınıfı, imparatorluklardan ulus-devletlere doğru ayrışırken her bir devlet kendi tarih tezini üretmiştir. Bunu yapmayan bir devlet, kendi ulusal ideolojisini hakim kılamaz. Roma İmparatorluğu kendini “uygar”, köleleştiremediği halkları da “barbar” olarak tanımlıyordu. Bu nedenledir ki sonraları, Avrupa’da hakim olan Almanlar, kendilerini Roma’yla ilişkilendirmiş ve Kutsal Roma- Germen İmparatorluğu adını kullanmışlardır. Ulus-devletlerin ortaya çıkmasıyla, bir ulusal-tarih yaratma ihtiyacı doğmuştur. Barbar olarak nitelenen ataların aslında uygarlığın asıl yaratıcıları olduğu tezini ispatlamak için “toprağın altına” bakılmıştır. İşte bu arkeolojidir. Bununla da kalınmamış dünya uygarlığı ve insanlık tarihi, Mezopotamya-Yunan-Roma ve Avrupa topraklarıyla sınırlandırılmış; tüm bu coğrafya için de kuramsal bir Hint-Avrupa uygarlığı ve dil ailesi icat edilmiştir. Bunun dışında kalan kültürler, Romalıların yaptığı gibi dünya tarihinin dışına itilmiştir. Ancak görmezden gelemeyecekleri tarihi bir ulusla karşılaştıklarında da bu kültürü Hititlerde olduğu gibi, Hint-Avrupa dedikleri aileye bir şekilde katmasını bilmişlerdir.
Bugün bizim “dünya tarihi” diye öğrendiğimiz şey Avrupa-merkezci olarak yazılan ve aslında burjuva sınıfı ideolojisine hizmet eden bir dogmalar yığınıdır.
Hitit tarihi de bundan nasibini almıştır. Özellikle, uygarlığın yaratıcısı olarak Ari ırkı gören Nazi ideolojisi bir Hint-Avrupa dili konuştuğu iddia edilen Hititlerde, kendi atalarını görmüş ve bu kültüre aşk derecesinde bağlanmıştır. Alman ekolüyle yetişen Türk arkeologları da bu çemberin dışına çıkamamışlardır. Hititlerin bir Hint-Avrupa uygarlığı,hatta devlet kuran ilk Hint-Avrupalı kavim olduğu tezi, Avrupa-merkezci burjuva normlarına göre şekillenen “tarih”, ” arkeoloji” gibi bilimsel disiplinlerin bakış açılarına göre oluşturulmuştur.Hitit devletini, ilk Hint-Avrupalı devlet ilan edenler, Avrupalıların bundan önce devlet kurmaktan aciz bir topluluk, olduğunu da kabul etmelidirler. Bu nedenle, kaçınılmaz biçimde ideolojik bir öz içeren ve mutlak doğruymuş gibi servis edilen bu bilgilere temkinli yaklaşmakta yarar vardır. Yazıyı, uygarlığı ve tarihi Mezopotamya ile başlatanlar Sümerler gibi Asyanik; Assur ve Babil gibi Semitik kavimlerin yanında Hint-Avrupalı saydıkları Hititlere dört elle sarılmışlardır. Aslında Hititlerin ya da bir başka tarihsel kavmin hangi ırka mensup olduğu o kadar da önemli olmamalıdır. Bugünün ideolojisi için, geçmişte uygarlığın yaratıcısı olan bir ata-ulus aramak ve bundan diğer uluslar karşısında bir “üstünlük” ve “kutsallık” payesi olarak yararlanmak bilimin evrensel etiğiyle bağdaşmaz. Aksi takdirde Tibet dağlarında Ari atalarını arayan Naziler gibi kayboluruz.
Gelelim Hititlerin torunu olduklarını söyleyenlere…
1887 yılında Mısır Tell El-Amarna’da yapılan kaçak kazılarda kil tabletlerden oluşan bir arşiv ele geçmiş ve piyasaya sürülmüştü. Söz konusu dökümanlar, Mısır firavunları 3. ve 4. Amenofis ile Tutankhamun’un diğer Ön Asya kralları ile olan mektuplaşmalarını içeriyordu. Bu krallardan biri de Şuppiluliuma idi ve firavuna “kardeşim” diye hitap ediyordu. İşte bu arşivin içinde, çivi yazısı ile yazılmış ancak o güne kadar bilinmeyen bir dilin kullanıldığı iki mektup vardı. 1902’de Norveçli J.A.Knudtzon, bu mektupların bir Hint-Avrupa dilinde yazıldığını açıkladı ancak fazla bir ilgi çekmedi. 1834 yılında Ch. Texier tarafından bulunan Boğazköy’de, 1906 yılında, H. Winckler ilk kazılara başlamıştı. Bu kazılarda ele geçen tabletler de Amarna arşivindeki o iki mektupla aynı dilde yazılmıştı. Winckler, kazılarını 1913’teki ölümüne kadar sürdürdü. Bu tarihten sonra Alman Şarkiyat Cemiyeti, tabletleri incelemesi için B. Hrozny’yi İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gönderdi. Berlin Ön Asya Cemiyeti’nde 24 Kasım 1915’te verdiği “Hitit Sorununun Çözümü” adlı konferansta Hrozny tabletlerin dilinin, bir Hint-Avrupa dili olduğu tezini yeniledi. Boğazköy arşivi ile sadece Hititçe (Neşa dili) keşfedilmemişti. Politikadan, dine; faldan, büyüye; mitolojiden, edebiyata; hukuktan, ticarete çok geniş bir konu yelpazesine sahip bu tabletler kolleksiyonu bizlere Hattice, Luwice, Hurrice, Palaca gibi birçok Anadolu dilinin varlığını gösterdi.
1.Dünya Savaşı ile kesilen kazılara 1931’de K. Bittel başkanlığında yeniden başlanır. Kazılarla ele geçen belge sayısı arttıkça Hititlerle ilgili bilgilerimiz de sürekli genişler ve aynı şekilde Tunç Çağı’nın bu Anadolu devletinde kendi atalarını gören modern ulusların ideolojileri, yeni tartışmaları körükler.
Türk ırkının bu ülkeye sahip oluşu ise, tarihin en eski devrinden başlar. Proto-Eti ve Eti bu sahipliğin başında gelir. (Afet İnan)
Modern çağda birçok ulus, Hititlerde kendi atalarını görmüştür. Almanların dışında, üniversite örgütlenmesini ve bilimsel disiplinlerin çoğunu bu ulusun ekolünden alan genç Türkiye Cumhuriyeti de kendi ulusal tarih tezini oluştururken Sümerlerin ve Hititlerin Türk olduğu varsayımını geliştirmişti. Atatürk’ten sonra terk edilen bu hipotez bugün, Türklerin Anadolu’da neredeyse 8-10 bin yıldır var olduğunu söyleyen Ön-Türk araştırmacılarıyla yeniden gündeme gelmiştir. Anadolu topraklarının ana yurtları olduğunu iddia eden her modern ulus kendini bir şekilde Hititlere, Mitannilere ya da Urartulara bağlama peşindedir.
Örneğin, “ NINDA-an ezzateni watarra ekutteni ” cümlesindeki sözcükleri Kürtçe olarak yorumlayanlar vardır. Bugün ulusal tarih yazma peşinde olan Kürt araştırmacıları Hititlerin Kürt olduğunu ve hatta dünya uygarlığı dediğimiz şeyin Kürtler tarafından yaratıldığını söylemektedirler.
Bir başka örnek de Çerkezlerdir. Hititçe birçok sözcüğün Adigece ile benzerlikler gösterdiğini ve aynı anlamlarda olduğunu dile getiren Çerkez yorumcular da Hititlerin, Çerkezlerin atası olduğunu belirtmektedirler.
Hititlerin Fenikeli olduğu tezini ileri sürenler bile vardır.
Milliyetçi dürtülerle ortaya atılan bu varsayımları bilimsel olarak ispatlayacak belge ve deliller şu an için ne kadar kısıtlı olursa olsun, piyasadaki bilgi ve teknolojiyi tekelinde tutan “Batı’nın akademik çevreleri” politik ihtiyaçlar gerektirirse bu tezlerden birini “tarih” olarak bizlere arz edecektir.
Hitit Tarihi
Ve Fırtına Çıkar…
Hatti Beylikleri olarak da adlandırabileceğimiz kent devletlerinden oluşan krallıkların, dağınık bir yapı oluşturduğu Anadolu’da, Assur Ticaret Kolonileri Çağı M.Ö. 18. yüzyılın ortalarında sona erer. Kentlerde “karum” denen ticaret merkezleri ve yol üzerlerinde de konaklama yerleri olan “wabartum “ lar kuran Assurlu tüccarların, Hatti ülkesinden ayrılmasına neden olan durum neydi ?
Bu sorunun yanıtını, farklı yerlerde bulunsalar da birbirleriyle bağlantılı olan birkaç tablet verir.
Kültepe ‘de (Neşa) bulunan bir tablette Kral Pithana ve “merdiven büyüğü” Anitta’nın adları geçmektedir. Burada bahsedilen merdiven büyüğü deyimi Assurca “rabi similtim” ünvanının karşılığıdır ve Anitta’nın veliahtlığını işaret eder.
Alişar’da ele geçen iki tablette yine Anitta’yla karşılaşırız. Birinde, Kültepe’de veliaht olan Anitta’ya ait kral mührü vardır. Diğerinde ise Büyük Kral Anitta ve merdiven büyüğü Beruwa ifadelerini görürüz : Demek ki Anitta babası Pithana’dan sonra kral hatta Büyük Kral olmuş ve Beruwa’yı da veliaht olarak belirlemiştir. “Büyük Kral” tanımlamasında bir kentin kralı olmaktan çok birden fazla kentin hükümdarı olma anlamı gizli olsa gerek.
Yine Kültepe’deki kazılarda , Varšama Sarayı denen yapıda, üzerinde (É.GAL Anitta ruba'im) “Kral Anitta'nın sarayı” yazılmış bir mızrak ucu bulunmuştur.
Ancak Kral Anitta’yla ilgili en önemli keşif, Boğazköy-Hattuşa kazılarında bulunan 8 adet tablettir. Bu tabletlerde 79 satırlık bir belgenin A, B ve C olarak adlandırılan üç nüshası bulunur. M.Ö. 16. Yüzyıla tarihlenen A nüshası eski Hititçenin özelliklerini taşır. M.Ö. 13.yüzyıla tarihlenen B ve C nüshaları ise A’nın daha sonradan yazılmış kopyalarıdır.
Anitta Metni olarak anılan bu belge, ticaret kolonileri çağının sona erişi ile Eski Hitit Devleti’nin kuruluşu arasında geçen zaman dilimini aydınlatmamızda eşsiz ipuçları sunmuştur. Tabletlerde, Anitta adındaki bir kral, babasının ve kendisinin yapmış olduğu savaşları ve zaferlerini anlatmaktadır.
“Anitta, Pithana’nın oğlu, Kuššara kralı, söyle” diye başlayan metin, olasılıkla ilk olarak bir dikilitaş üzerine yazılmıştı.
Anitta, bugün hala yeri bulunamamış olan Kuşşara kentinin kralıydı. Alişar’da, Anitta’yla ilgili iki tablet bulunduğu göz önüne alınırsa Kuşşara’nın Alişar olabileceği fikri pek de mantıksız değildir.
Babası Kuşşara Kralı Pithana, Neşa/Kaneş kentini zaptetmiş (tahminen M.Ö. 1774) ama halkına kötülük etmemişti. Onları “analar ve babalar yapmıştı “ yani öyle davranmış saygı göstermişti. Bu anlatımdan Pithana’nın belki de Neşa halkıyla aynı soydan olduğu anlamını çıkarabiliriz. Unutmayalım ki Hititler de kendilerine Neşalı diyorlardı.
Bahsi geçen kent için Neşa - Kaneş adlarının kullanılması üzerine şöyle bir varsayım ileri sürülebilir :
Kneşa bu kentin asıl adıydı. Bu adı, hece sistemi kullanan çivi yazısıyla Ka-neşa olarak yazabilirsiniz. Güterbock'un önerdiği üzere, Hint-Avrupa dil ailesinin günümüz üyelerinden İngilizce’de, sözcüğün başındaki “k” sesinin telaffuz edilmemesi gibi ( know) , burada da Ka-neşa, “ neşa “ olarak okunmuş ve zamanla sadece “neşa” olarak yazılmış olabilir.
Bu varsayım, 1970 yılında bulunan ve üzerinde, bir yıl içinde 30 erkek çocuk doğurup, onları ırmağa bırakan Kaneş Kraliçesi’nin anlatıldığı mitsel bir metin barındıran tabletle, kesinlik kazandı. Çünkü Kaneş ve Neşa adları metnin çeşitli yerlerinde birbirlerinin yerine kullanılıyordu.
Anitta Metni’ne dönersek, Anitta’nın Neşa’da çıkan bir isyanı bastırdıktan sonra burayı başkent yaptığını görürüz. Bu arada UllamaḪarkiuna, Tešma,Zalpuwa gibikentleri de fethetmiştir. Kuşşara Krallığı’nın bu yayılmacı politikası aynı zamanda Hatti Ülkesi’nde merkezileşen politik bir gücün doğumuna da işaret eder.
İlerleyen satırlarda karşımıza, daha sonra Hititlere başkent olacak Hattuşa kenti çıkar :
Ḫattuša kenti açlıktan kırılınca, tanrım Şiu, onu taht tanrıçası Halmaşuit e teslim etti; ve ben bir gecede onu güçle aldım ve kentin yerine yabani otlar ektim. Benden sonra kim kral olur da Ḫattuša yı yeniden iskan ederse, o, Gökyüzünün Fırtına Tanrısı nın lanetine uğrasın! “
Ancak tarihin bu en ünlü lanetine bir kral karşı gelecek ve Hattuşa’yı başkent yapacaktır.
Pithana ve oğlu Anitta, yaptıkları başarılı askeri seferler ile bir çok kenti alarak krallıklarını genişlettiler. Bu durum, Anadolu’da ilk kez politik bir birliğe yol açmıştı. Bunun sonuçlarından biri olarak, Assurlu tüccarların Anadolu’yu terk etmesi görülebilir. Belki de Büyük Kral Anitta, topraklarında ekonomik ve ticari gücü elinde bulundurmak için Assur karumlarına kısıtlamalar getirmişti. Babası Pithana, ticaret kolonilerin merkezi olan Neşa’yı aldığında, ekonomik olarak, Kuşşara Krallığı diğer kentlere göre bir üstünlük kazanmış olmalıdır.
Kral Anitta’dan sonra veliahtı olarak gözüken Beruwa’nın tahta geçip geçmediği hakkında bir bilgi yoktur. Kuşşara hanedanını önemli kılan şey, hem Hatti ülkesinde güçlü ve merkezi bir krallık kurmaları hem de bilinen en eski Hitit kralları olabilecekleri tezidir.
Kral Anitta (M.Ö. 1750) ile klasik olarak Hititlerin ilk kralı sayılan Hattuşili I (M.Ö. 1650) arasındaki zaman dilimini aydınlatacak kesin tarihsel belgeler olmamasına karşın bu yüzyıllık yap-bozu tamamlamamızı sağlayacak veriler hiç yok da değildir:
1. Kurban Listeleri : Öldükten sonra tanrı olduğu düşünülen krallar ile, kraliçe ve hanedan üyeleri için sunulacak kurbanları düzenleyen kurban listelerinden Hattuşili I’den önce saptanan bazı adlar şunlardır : Kantuzzili ; Tuthaliya ; Pu-LUGAL-ma veya Pu-şarru-ma ; Pawateilmah
2. Hattuşili I’in Vasiyetnamesi : Hattuşili I’in, hasta yatağında yazdırdığı ve kendisinden sonra kral olacak veliahdı belirlediği, döneminin tarihsel ve politik olaylarından bahseden bir tablettir. Bu belgede Pu-şarru-ma Hattuşili’nin büyük babası olarak karşımıza çıkar. Pu-şarru-ma, Labarna adlı bir prensi veliaht ilan etmişse de, ileri gelenler Papahdilmah’ı tahta çıkarmışlardır. Buradaki Papadilmah ile kurban listelerindeki Pawateilmah olasılıkla aynı kişidir.
3. Telipinu Fermanı : Bu belgede Hattuşili’den önceki kral olarak Labarna (I.)’ nın adı zikredilir.
4. 1986 yılında Boğazköy'de bulunan haç şekilli (krusiform) mühür ilk Hitit kralları Labarna ve Hattuşili'nin öncesinde Huzziya isimli bir kralın varlığı tespit edilmiştir. Ancak zaten I. ve II. Huzziya adlı krallar bulunduğundan kimi yayınlarda bu krala Huzziya “0” adı verilmiştir.
Kuşşara ve Hattuşa kralları arasında bir kan bağı var mıydı ? Bu soruya kesin olarak evet diyemiyoruz. Ancak eldeki birçok veri, Anitta ile Hattuşili arasında bir bağ olduğu tezini güçlendirmektedir.
Kuşşara hanedanı ile başlayıp Hititlerle imparatorluk düzeyine çıkan merkezi ve güçlü bir devlet yapısının sürekliliği bu bağın kanıtlarından biridir.
Anitta Metni’ nin Boğazköy’de bulunmuş olması, bu kralın Hititler için önemli bir karakter olduğunu düşündürmektedir. Ve en önemlisi Hattuşili I, kendisini “Kuşşaralı adam” olarak tanıtır.
Böylelikle Hattuşili I’den önceki “krallar yap-bozunu” şu şekilde kurabiliriz :
Kuşşaralı Adam, Hattuşalı Adam oluyor
Kral Anitta’nın “Benden sonra kim kral olur da Ḫattuša yı yeniden iskan ederse, o, Gökyüzünün Fırtına Tanrısı nın lanetine uğrasın!” sözlerine aldırış etmeyenHattuşili, adını, başkent yaptığı Hattuşa’dan alır.
O, yıllıklarında kendisinden şöyle bahsetmektedir :
[UM-MA Tabar]na Ḫattušili LUGAL GAL [LUGAL KUR URUHat]ti LÚ URUKuššar KUR URUHatti [LUGAL-uit] ŠA MUNUSTawananna DUMU ŠEŠ-ŠU
“Kuşşaralı adam, Hatti ülkesi kralı, büyük kral Tabarna Hattuşili şöyle der : Hatti ülkesini bir kral olarak idare etti. Tawananna’nın (kraliçenin) erkek kardeşinin oğlu.”
Hattuşili’nin kendini böyle tanıtması gerçekten de çok ilginçtir. Günümüz akrabalık dereceleriyle konuşursak, hanedandaki yeri, kraliçenin yeğeni olmak olan birinin, kral olması ne anlama gelir. Hattuşili’nin dedesinin, kral olduğu (Pu-şarru-ma) yönünde görüş birliği varsa da, babasının kimliği ve kral olup olmadığı bilinmemektedir. Kesin olan şey, halasının kraliçe olduğudur. Aynı şekilde Hattuşili de ilk başta kendine veliaht olarak kız kardeşinin oğlunu seçmiştir. Hititlerde “tawananna” sadece kralın eşi değildi. Aynı zamanda devlet yönetiminde söz sahibi olan, iktidar gücüne sahip bir figürdü. Kralların mühürleri olduğu gibi kraliçelerin de mühürleri vardı. Aslında, Hitit toplum, aile ve devlet yapısı, ataerkil şekilde düzenlenmiş olsa da kralın belirlenmesindeki bu “kadın rolü”, Anadolu’nun neolitik dönemlerden beri süregelen anaerkil geleneklerinin bir kalıntısı olabilir.
Tahta, kralın oğlunun değil yeğeninin geçtiği bir hanedanlık düzeni, aslında biraz tuhaf bir durumdur. Ve bu tuhaf duruma, bir açıklama getirecek radikal bakış açıları vardır.
Mısır’da hüküm süren Ptolemy hanedanının son üyesi, ünlü Cleopatra ( aslında Cleopatra VII, ondan önce altı Cleopatra daha yaşamıştır), aynı zamanda erkek kardeşi olan Ptolemy XIV ile evliydi. Aynı zamanda tanrı olan bir çok firavun kutsal kanın saflığının bozulmaması için kızkardeşleriyle evlenirlerdi. Mezopotamya ve Yunan mitolojilerinde karı-koca olarak tanımlanan bir çok tanrı-tanrıça çifti (Örnek : Zeus ile Hera ) aynı zamanda kardeştir de. Bu durum ilk bakışta ensest bir sapkınlık olarak görülebilir. Ama kadim toplumlarda böylesi evliliklerin kutsal bir yönü vardı. Bir kral bir prensesle evlendiğinde bizim anladığımız anlamda bir “aile” kurmuyordu. Bu prensesler çoğu kez başka bir devlet ya da krallıktan gelirdi. Örneğin Hititlerde kraliçeler genelde Hurri ve Babil kökenliydi. Krallar düzeyindeki evlilik aslında iki farklı toplumun, ulusun bir ittifakıydı. Bu yönüyle gerçekte politik bir kurumdu. Ve evlilik sonrası iki ülke ya da toplum arasında bir kardeşlik bağı kurulurdu. Bu bağ aynı zamanda savaş yerine barışın tesis edilmesi anlamını taşımaktaydı. Kralların, mektuplarında birbirlerine “kardeşim” diye hitap etmeleri boşuna değildir.
Olasılıkla Kuşşara ve Hattuşa şehirleri böylesi bir kraliyet evliliğiyle ittifak yapmışlardı. Ve Hattuşili de bu ittifakın Kuşşara tarafındaydı.
Böylesine politik dengeler üzerine kurulmuş evliliklerde “veliaht” olarak belirlenecek kişinin seçiminde kral ve kraliçenin çocuklarının değil de kralın kız kardeşinin çocuğunun göz önüne alınması oldukça anlamsız gözükmektedir.
Yukarıdaki tabloyu matematiksel bir seri gibi düşündüğümüzde “Tawananna’nın erkek kardeşinin oğlu” tanımlamasındaki “erkek kardeşi”, kral olarak nitelersek, bu karmaşık sıfat, bir anda anlam kazanır. Hattuşili’nin babası olan kral ile annesi olan kraliçe aslında kardeştir. Ve bu tanımlamada anaerkil düzen uyarınca babadan çok annenin soyuna bir bağlılık vardır. Olaya böyle bakınca, yeğenlerin kral olduğu saçma hanedan düzenine de gerek kalmaz. Hattuşili de vasiyetnamesinde anlattığı üzere kız kardeşinin oğlunu (kendi oğlu ilan ederek) veliaht seçmiştir:
“- Bakın, ben hasta oldum ve size genç Labarna’nın (kıralın) adını vermiştim; o tahta geçecekti ve ben kral, onu oğlum yaptım, kucakladım ve yükselttim.
Her zaman onunla ilgilendim. Ancak, O, bu çocuk nasıl davrandı; Bu olacak şey değildi. O hiçbir gözyaşı dökmedi, hiçbir merhamet göstermedi; Soğuk ve kalpsiz.
O zaman ben, Kral onu sorguya çektim ve yanıma çağırdım: “Şimdi ne olacak? Artık kimse (kız) kardeşinin oğluna bundan sonra da bebekmiş gibi bakamaz ya!”
Bu kişi aslında, kralın yeğeni değil gerçek oğludur çünkü sözü geçen kız kardeş kraliçedir, yani kralın karısıdır. Buradaki, “oğlum yaptım” ifadesi bir tür evlat edinme gibi algılanarak veliahtın zaten kralın öz oğlu olduğu fark edilmemiştir. Oysa “oğlum yaptım” fiili, biyolojik bir bağı gösteren ya da evlat edinmeyi açıklayan bir edim olmaktan çok, kralın, , kendi ataerkil soyuna “karısının oğlunu” katarak tahtın verasetinde hak sahibi olanın duyurulduğu bir seramoni olmalıdır.
Kimi okunan tabletlerde, bu kardeşler arasındaki karı-kocalık ilişkisi o kadar barizdir ki bir çok uzman konuya yorum getirirken “üveylik” sıfatından medet ummuştur. Örnek verelim :
Bir toprak bağışı belgesinde kral ve kraliçe çiftinin mühürlerinde adları ve secereleri verilir.
Tabarna Arnuvanda LU- GAL. GAL (II. Tuthalya'nın oğlu)
Tawananna Asmunikal SAL.LUGAL.GAL (II. Tuthalya'nın kızı)
Görüldüğü gibi her ikisinin de babası II.Tuthalya’dır.
Tarihte yaşanmış olayları o günün toplumsal gelenek ve kavramlarıyla değil de bugünün ahlaki normlarıyla değerlendirmeye kalkarsanız “kardeşler arası evliliği” göremeyip ya da görmezden gelip “kral olan yeğenler” gibi formüller üretirsiniz. Ancak bir taraftan da ensest ilişkinin Hitit yasalarında ölümle cezalandırıldığını biliyoruz. Bu nedenle kral ve kraliçe arasındaki kardeşlik, evlilik yoluyla sözleşmeye bağlanmış iki farklı ülke ya da toplumun ittifakından doğan bir “kardeşlik” sistemi olmalıdır.
Olaya böyle baktığımızda dayılara-yeğenlere ve halalara gerek kalmamaktadır.
Hitit devleti Telipinu Fermanı ile saf ataerkil hanedan disiplinine geçene kadar oldukça karışık zamanlar geçirmiştir. Romanlara konu olacak taht entrikaları ve cinayetler Eski Hitit döneminin başlıca karakteristiğidir.
Eski Hitit Dönemi
Hitit devleti, klasik anlamda, Hattuşili I ile başlar. Kızılırmak yayı içinde Hattuşa merkezli kurulan krallık çok geçmeden büyüme ve genişleme eğilimi gösterir. Bu eğilimin ihtiyaç duyduğu ekonomik gücü sağlayacak ilk hedef ise Kuzey Suriye olur. Mezopotamya ve Anadolu arasında bir geçit teşkil eden bu bölge aynı zamanda Akdeniz’e olan kıyısıyla ticaret yollarının ( özellikle kalay ticaretinin ) kesiştiği bir noktadadır. Üzüm ve zeytin yetişen zengin tarımsal alanları ve o zamanın makbul hammaddesi olan, Lübnan kıyısındaki sedir ağacı ormanlarıyla bu bölge, Hattuşili’nin ilgisini çeker. Bu bölgeyi kontrol etmek, her zaman için Hitit dış politikasının temeli olurken, diğer tarafta hep rakipler olacaktır : Mitanni ve Mısır
Böylece Hattuşili ilk askeri seferini buraya doğru yapar. Karşısında Halpa, Alallah, Kargamış, Urşu, Haşşu, Ugarit, Emar, Ebla ve Tunip kentlerinin oluşturduğu Yamhad Konfederasyonu’nu bulur. Buna rağmen, stratejik önemi büyük olan Alallah’ı (günümüzde Hatay’daki Tell Açana höyüğü) alır. Ama aynı esnada güney batı Anadolu’da bulunan Arzawa Krallığı Hititlere karşı bir hareket başlatır. Bunun üzerine Hattuşili o yöne dönmek zorunda kalır. Ayrıldığı topraklarda da başkaldırı olunca iki ateş arasında kalır. Belki de Hitit devleti doğmadan ölecektir. Ancak Büyük Kral, bu kritik durumun üstesinden gelir.
“Güneş Tanrıçası, gözdesi Büyük Kralı dizlerine oturttu, onun elinden tuttu ve savaşa onun önünde koştu, artık kentler birbiri ardından düşüyor, Büyük Kral bir aslanın pençesiyle yaptığı gibi ülkeleri yeniyordu. Altın ve gümüşün ne başı ne sonu vardı, Hattuşayı ganimetle doldurdu.”
BöyleceAlalah’tan sonra Hahhu ve Haşşu kentleri de ele geçirilir. Hattuşili övünçle şöyle demektedir :
“Fırat Irmağını benden öncekiler hiç geçmemişti. Ben, Büyük Kral, onu yaya geçtim, ordularım da benim ardımdan yaya geçtiler. Sargon da onu geçip, Hahhu ordusunu yenmişti.”
Hattuşili’nin, bu zaferlerini, kendisinden yedi yüzyıl önce yaşamış Akkad kralı Sargon’la kıyaslaması geçmiş zamanın, daha o zamanlarda bile bir tarih mantığı şeklinde yorumlandığının en güzel örneğidir. Hattuşili ele geçirdiği kentlerin ganimetlerini Hattuşa’ya taşırken üstünde durulması gereken bir davranış daha sergiler: Düşmanlarının tanrılarını da beraberinde götürür ve bu heykelleri başkentindeki tapınağa koydurur. Syncretizm (bir çok dini birleştirme) süreci böylece başlamış olur. Bundan sonra Hitit kontrolündeki tüm toprakların tanrılarına saygı gösterilecektir. Bu ise devletin sınırları içindeki farklı halkları din tutkalıyla birleştirmeye yarar. Bir taraftan da ele geçirdikleri krallıkların tanrılarını kızdırmamak için böylesine pragmatist bir çözüm bulmuşlardır. Artık Hititler, “bin tanrılı halk” olarak anılacaktır.
Daha önce vasiyetnamesinde gördüğümüz gibi Hattuşili “kızkardeşinin oğlu” Labarna’yı veliaht seçmişti. Ancak veliaht, annesinin (Hattuşili’nin deyimiyle “o yılanın”) sözlerine uyarak yaptığı davranışlarla kralı kızdırır :
Yeter artık!
O bundan böyle benim oğlum değil! Ama o zaman, anası inekler gibi bağırdı:
‘Benim gibi güçlü bir ineğin ana kucağını parçaladılar. Onu mahvettiler ve sen onu öldüreceksin!’
Ben, kral, ona bir kötülük mü yaptım?
Onu rahip yapmadım mı?…. ”
Diğer oğulları da Hattuşili’ye isyan edince kendine yeni bir veliaht belirler : Torunu veya bazı kaynaklara göre oğlu Murşili.
Hititli, Akkad ülkesine yürüdü. (Bir Babil tabletinden)
Murşili de tıpkı Hattuşili gibi, devletin ana yayılma stratejisi olan Kuzey Suriye hedefini benimser. Bu amaçla ilk olarak Halpa (Halep) alınır. Mezopotamya’nın kapıları Hititlere artık açılmıştır. Hitit ordusu Fırat nehri boyunca ilerleyerek Babil’e ulaşır. Ünlü Hammurabi’nin (M.Ö.1728-1686) de mensubu olduğu 1.Hanedan’dan Samsu-Ditana’nın hüküm sürmekte olduğu kent, M.Ö. 1531’de fethedilir. Babil’in tüm görkem ve zenginliği, Büyük İskender’den 1200 yıl önce Murşili’nin ayaklarına serilmiş olur. Büyük Kral bu uygarlıktan çok etkilenir. Geri dönerken maddi ganimetlerin yanı sıra, yanında, Babilli bilgin ve sanatçılar da vardır. Hititler, Babil’de kalmaz. Zaten böyle bir amaçları da yoktur. Bu askeri sefer, daha çok ganimet ele geçirmeye yöneliktir. İstila edilen bölgelerin kontrolündeki zorluklar ve anayurttan uzakta olmanın yarattığı ikmal ve lojistik sorunları da eklenince Murşili Anadolu’ya geri döner. Babil’de ise, Agum II (Kakrime)’yle birlikte Kassit Hanedanı başa geçer.
Dönüş, gerçekten de zorlu olur. Alınan ganimetlerin büyük bir kısmı, Babil tanrılarının heykelleri de dahil olmak üzere yollarda bırakılır. Bu arada Murşili, Hattuşa’da kendisine karşı hazırlanmakta olan komplodan habersizdir.
Murşili’nin askeri başarıları, ona Ön Asya’da hem büyük bir ün hem de saygınlık kazandırmış olmalı. Belki de zafer sarhoşluğu içinde, uzakta olduğu anayurdunda gelişen olayları, göremiyordu. Çünkü başkentte bu başarıyı kıskanan hanedan üyeleri bulunmaktaydı. Kral Telipinu bu olayı şöyle anlatmaktadır :
Hantili, içki sunucu idi. Ve Murşili’nin kız kardeşi Harapşili ile evliydi. Hantili, Zidanta ile birlik olup, ihanet etti. Ve fena bir şey yaptılar. Murşili’yi öldürdüler, kan döktüler.”
Murşili, Hattuşa’ya döner dönmez eniştesi Hantili tarafından öldürülür. Yeni kral artık Hantili’dir. Yeni bir dönem başlamıştır. İktidar entrikaları ve cinayetler, bu dönemde Hitit sarayının atmosferini oluşturacaktır.
“Ben dışarıdaki düşmanlarımı kılıçla yendim ve ülkemi huzur ve barış içinde tuttum.
Şimdi (bu iş) oraya varmamalı ve o ülkemi kargaşalığa sürüklememelidir”
Vasiyetnamesinde böyle diyen Hattuşili’nin dileği ne yazık ki gerçekleşmez. Murşili’nin öldürülmesiyle Hitit devleti bir kaos ortamına girer. Hititlerin bu dönemi, neredeyse her hükümdarın ya suikaste kurban gittiği ya da zehirlendiği “Roma İmparatorluğu - Imperium Romanum” na çok benzer.
Hantili’nin tahta geçmesiyle eş zamanlı olarak Kuzey Suriye’de de Mitanni Devleti kurulur. Yönetici sınıfın Mitanni kavminden halkın ise Hurrilerden oluştuğu bu devlet, bölgede Hititlere rakip olur ve Murşili zamanında kazanılan topraklar kaybedilir. Bu yetmezmiş gibi Kuzey Anadolu’da Karadeniz kıyılarında kabileler halinde yaşayan Gaşkalar, Orta Anadolu bölgesine akınlar düzenlemeye başlar. Hantili bir çok noktada savunma amaçlı kaleler kurdurur : “Hatti ülkesinde hiç kimse kentlerde sur inşa etmemişti. Ben, Hantili, bütün ülkede duvarlarla korunmuş kentler yaptım ve Hattuşa kentini de duvarlarla çevirdim.” Bu arada Hantili’nin karısı Harapşili oğulları ile birlikte öldürülür. Bu katliamdan Kaşşeni adlı oğlu kurtulur. Telipinu fermanı şöyle anlatıyor :
“Hantili ihtiyarlayıp, tanrı olmaya yüz tutunca (Hititler ölen krallarını tanrı kabul ederlerdi), Zidanta, Hantili’nin oğlu Kaşşeni’ yi oğulları ile birlikte öldürdü, ileri gelen hizmetkarları da öldürdü. Ve Zidanta kral oldu.”
Murşili öldürülürken Hantili’nin suç ortağı Zidanta’dır. Hantili’nin soyunun sonu da Zidanta’nın elinden olur. Ancak yeni kralın sonu da pek farklı olmaz. Yeniden Telipinu’ya dönelim :
“Sonra, tanrılar Kaşşeni’nin kanını aradılar. Ve tanrılar Zidanta’nın oğlu Ammuna’yı babasına düşman ettiler. Ve o, babası Zidanta’yı öldürdü. Ve Ammuna kral oldu. Fakat, tanrılar babası Zidanta’nın kanını aradılar; tahılı, bahçe ve bağları, sığırları, koyunları iyi kılmadılar ve pek çok ülke ona düşman oldu. Ordu her yere savaşa gitti ve başarısız geri döndü.”
Kaos, Ammuna zamanında da sürer. Ülkede iç karışıklığın yanında kuraklık da baş gösterir. Askeri seferlerin başarısız olduğu ve ganimet elde edilemediği bir ortamda kuraklık ölüm demektir. Ammuna ölüp de tanrı olunca iktidar mücadelesi yeniden baş gösterir. Ölen kralın kız kardeşi ile evli olan saray muhafızları başı Zuru, oğullarını göndererek Ammuna’nın iki erkek çocuğunu öldürtür. Zuru’nun kızı ile evli olan Ammuna’nın diğer oğlu Telipinu’ya dokunulmaz. Ve tahta Zuru’nun oğlu Huzziya çıkar. Ancak O da daha sonra Telipinu tarafından tahtan indirilir ve sürgüne gönderilir.
Bu cinayetler zincirine son veren de Telipinu olur.
Telipinu ve fermanı
Huzziya’yı devirip tahta geçen Telipinu ile birlikte Eski Hitit dönemi de sona erer. Onun iktidarıyla cinayetler de biter. Veliahtların belirlenmesini ve tahta geçiş kurallarını düzenleyen Telipinu Fermanı’nda şöyle denmektedir :
 Birinci kadından doğan erkek çocuk kral olur.
Eğer birinci sıradan bir prens yoksa, ikinci sıradan olan erkek çocuk kral olur.
Bir kral çocuğu, bir oğlan mevcut değilse, bu durumda birinci sıradan olan kız evlendirilir, onun kocası kral olur.”
Burada birinci kadından kastedilen meşru evlilik yoluyla oluşmuş toplumlar arası ittifakın bir tarafını temsil eden kadındır. Bu ittifakı temsil etmesinden dolayı “birinci sıradan kadın” ın hem kral hem de diğer kadınlar karşısında bir ayrıcalığı vardır. Ve o aynı zamanda da “kız kardeştir”. Zaten bunu Tawanannaların devlet içindeki gücünde de görmekteyiz.
Eğer doğmuş olan çocuk kızsa ondan sonra doğmuş olan erkek çocuk “ikinci sıradan erkek çocuk” olarak kral olacaktır. Birinci kadının oğlan çocuk doğurmadığı durumda ise birinci sıradan olan kız evlendirilir ve onun kocası kral olurdu.
Kimi yorumlarda “ikinci sıradan olan erkek çocuk” , kralın ikinci bir eşinden doğan çocuk olarak tariflenmektedir. Biz biliyoruz ki Hitit krallarının bir haremi bulunmaktaydı ve aynı zamanda cariyeleri vardı. Eğer gerçekten de “ikinci sıradan” sıfatı çocuğu değil de anneyi tanımlasaydı, kızın evlendirilip damadın kral yapılması gibi bir kurala gerek kalmazdı. Unutulmamalıdır ki devlet ve hanedanlık düzeni iki toplum ittifakını kardeşleştiren bir evlilik üzerine kuruluydu. Birinci kadın, erkek çocuk doğurmadı diye ittifak tarafı olmayan bir kadının oğlunun kral yapılması son derece mantıksızdır. Bu ittifakın bozulması demektir.
Peki böyle bir durumda ne oluyordu ?
Kimi yorumcular bu soruya şöyle karşılık vermektedir : Birinci kadın eğer erkek çocuk doğuramadıysa ya da bütünüyle kısırsa ittifakta kendisinin temsil ettiği tarafa ait bir kadını veya kadınları kocası krala sunarak doğacak çocuğu kendi çocuğu olarak sahipleniyordu.
Telipinu’nun geçmişten gelen örf ve gelenekleri yazılı hale getirdiğini düşünürsek, Hattuşili’nin Murşili’yi veliaht tayin etmesinde ve Murşili’nin kral olmasında bir meşruluk sorunu var gibi görünmektedir. Zaten Hattuşili de vasiyetnamesinde görüleceği gibi bu konuda Pankuş’u ikna etmek için bir hayli ter döker. Krallığı meşru ve yasal görülmediği içindir ki kazan kaynamış ve Murşili öldürülmüştür.
Telipinu dışa dönük bir siyaset yerine ülkede huzur ve düzeni sağlamaya yönelik icraatler yapmıştır. Onun ölümüyle Orta Hitit dönemi başlar.
Orta Hitit Dönemi
Kurban listelerine göre Telipinu’ dan sonra kızı Harapşeli ile evli olan Alluwamna kral olmuştur. Görünen o ki Telipinu’nun birinci ya da ikinci sıradan bir erkek çocuğu yoktu ya da ölmüştü. Ancak aynı dönemde bulunan bir mühürden öğrenilene göre Tahurwaili adında bir kral daha vardır. Kral Tahurwaili, Kizzuvatna kralı Eheya ile ikili bir antlaşma yapmıştır. Bu kral Ammuna’nın oğlu Tittiya’yı öldüren Tahurwaili ile aynı kişi ise, Telipinu’nun kendisini ve kardeşlerini affetmesine rağmen uslanmamış gözükmektedir. Telipinu’nun ölümünden sonra yeni bir komployla tahta geçmiş olabilir. Ancak iktidarı çok kısa sürmüş gözükmektedir. Belki de Telipinu fermanına bağlı kalan Pankuş tarafından tahttan indirilmişti.
Bundan sonra, haklarında fazlaca bilgi olmayan II. Hantili, II.Zidanta, II.Huzziya ve I.Muvattalli gibi adların bulunduğu karanlık bir dönem gelir.
II. Hantili Alluwamna’nın oğludur. Annesi olasılıkla Harapşeli’dir. Kral adak listelerinde II. Hantili'nin eşi yazılmamıştır. Buna dayanarak II. Hantili'nin saltanat süresi boyunca ana kraliçe Harapsili'nin Tawananna olarak kaldığı söylenebilir. II. Hantili olasılıkla, Kizzuvatna kralı Paddatissu ile ikili antlaşmayı yapan Hitit kralıdır.
II. Zidanta'ya ait en önemli belge, güneydeki Kizzuvatna ülkesi kralı Pilliya ile yapılan ikili antlaşmadır. Kizzuvatna ile yapılan seri antlaşmalar arasında Kizzuvatna'yı halen bağımsız olarak tanıyan son antlaşma budur. Daha sonraki devirlerde Kizzuvatna Hitit hakimiyetine girecektir. Kral adak listesine göre II. Zidanta'nın karısının adı Iyaya'dır.
II. Huzziya’nın, II. Zidanta'nın ardından tahta çıkmasından dolayı onun oğlu olduğu kabul edilebilir ancak bunu gösteren bir belge yoktur. Kral adak listesine göre II. Huzziya'nin karısının adı Summiri'dir. II. Huzziya kendi başmuhafızı (GAL MEŠEDIMuvatalli tarafından kurulan bir komplo ile öldürülmüş ve başa Muvatalli geçmiştir. Başmuhafızlık görevi genellikle kardeş, oğul gibi yakın akrabalara verildiği için II. Huzziya'nın akrabası olabilir. Kral olunca muhafız birliği komutanlığına Muva isimli birini getirmiştir ki keza Muva da I. Muvatalli'nin oğlu olabilir. I.Muvatalli saray görevlileri olan Himuili ve Kantuzzili tarafından öldürülmüştür. Daha sonra başmuhafızı Muva bir süre taht için mücadele etmişse de sonuçta yenilmiş ve muhtemelen II. Huzziya'nin akrabası olan I./II. Tuthaliya kral olmuştur. Kral adak listelerine Muvatalli'nin ismi eklenmemiştir. Bu da kralın hanedan dışından olması ve/veya sonraki nesiller tarafından kabul görmemesi şeklinde yorumlanabilir.
I./II.Tuthaliya’nın tahta geçmesiyle Hititler bir imparatorluk olma yolunda adımlar atmaya başlar. Tuthaliya ve karısı Kraliçe Nikalmati devlete eski gücünü kazandıracak başarılara imza atar. Kral II. Muvatalli’nin anlatımıyla Halep ve Mitanni kralları, ülkeleri ile birlikte yok edilir.
Tuthaliya’dan sonra tahta oğlu I.Arnuvanda geçer. Kraliçe Aşmunikal de Tuthaliya’nın kızıdır. Yani kral ve kraliçe aynı zamanda kardeştir. Bu probleme yukarıda değinmiştik.
Arnuvanda’nın döneminde en büyük tehdit kuzeydeki Gaşkalar olacaktır. Siyasi bir merkezleri olmadan kabileler halinde yaşayan bu kavim Hititleri hep uğraştırmıştır. Bir kralın yönetimi altında birleşmedikleri için de, Gaşkalarla barışı sağlayacak diplomatik ilişkiler kurulamıyordu. Hitit devleti ne zaman zor duruma düşse ya da ordu sefere çıkıp ana üssünden uzaklaşsa, Gaşkalar Hitit kentlerine saldırır ve yağmalarlardı.
Arnuvanda ve Aşmunikal çifti Gaşka belasından kurtulmak için tanrılara yalvarmanın dışında anlaşabildikleri Gaşka kabile reislerine toprak bağışlayarak, onları kendi taraflarına çekmişlerdir.
Arnuvanda’dan sonra Hitit tahtında, II.Hattuşili ve II/III.Tuthaliya adlarını görürüz.
II. Hattuşili, varlığı hakkında tartışmaların olduğu bir kraldır. II. Hattuşili dönemine ait hiç bir belge ve mühür bulunmamış olması varlığını şüpheli hale getirmiştir. Varlığını destekleyen en önemli delil II. Muvatalli‘nin Halep kralı Talmi-Šarruma ile yaptığı antlaşmada, geçmişte olan olayların anlatıldığı bir bölümde Hattuşili isimli bir Hitit kralından bahsedilmesidir. Kimi tarihçiler bu metinde bahsedilen Hattuşili'nin I. Hattuşili olduğunu iddia etse de, anlatılan olayların sırası I./II. Tuthaliya'dan daha sonra hüküm sürmüş bir Hattuşili'yi işaret eder. Hitit kral adak listelerinde II. Hattuşili'nin ismi geçmez. Bu da ya hiç hüküm sürmediği, veya Tahurwaili ve I. Muvatalli gibi tahtı zorla ele geçirdiği ve dolayısıyla krallığının kabul bulmadığı şeklinde yorumlanabilir.
Yeri gelmişken söyleyelim, Tuthaliya adlı Hitit krallarının numaralandırmasında bazı karışıklıklar vardır. Kurban listelerinde, I.Hattuşili’den önce saptanan ancak krallığı kesin olmayan bir Tuthaliya vardır. Bu nedenle Orta Hitit dönemindeki I. Tuthaliya, I./II. Tuthaliya olarak da adlandırılmıştır ; aynı şekilde II. Tuthaliya, II./III. Tuthaliya olarak da geçer.
II. Hattuşili'nin varlığını iddia eden tarihçiler, Hitit dökümanlarındaki diğer çelişkilere cevap verebilmek için II. Hattuşili'den sonra hüküm sürmüş II. Tuthaliya diye bir kralın daha varlığını iddia etmektedir. Bu görüşe göre bu dönemdeki kralların sırası I. Tuthaliya > II. Hattuşili > II. Tuthaliya > I. Arnuvanda > III. Tuthaliya > I. Şuppiluliuma şeklindedir. Ancak Hititologların çoğu tarafından kabul edilen görüş II. Hattuşili ve dolayısıyla II. Tuthaliya'nın mevcut olmadığı yönündedir. Yani kralların sırası I. Tuthaliya > I. Arnuvanda > III. Tuthaliya > I. Şuppiluliuma olarak kabul edilmiştir.
Şuppiluliuma’nın oğlu II. Murşili “Veba Duaları”nda babasının, tahtı Genç Tuthaliya adlı bir kraldan zorla aldığını söyler. İşte bu noktada işler daha da karışır. Genç Tuthaliya, kimdir ?
Bir belgede Tuthaliya’nın oğlunun oğlu Tuthaliya biçimindeki bir anlatım Genç Tuthaliya’nın , Arnuwanda’ nın karısı Taduhepa’ dan olan oğlu olduğunu düşündürür. Halası Aşmunikal’ in kraliçeliği sırasında “tuhkanti” ünvanıyla devlet işlerinde rol almış, olasılıkla kendi annesinin kraliçeliği döneminde de bu görevde kalmış, sonunda babası Arnuwanda’ nın ölümü ile boşalan tahtın sahibi olmuş, kısa bir süre sonra Şuppiluliuma tarafından öldürülmüştür.
Tokat’ın Zile İlçesi yakınındaki Maşat Höyük’te yapılan kazılarda bulunan bir mühür üzerinde, Şuppiluliuma’nın babası olarak Tuthaliya verilmektedir. Bu, Genç Tuthaliya, ya da diğer adıyla III. Tuthaliya değil, kraliçe Nikalmati’nin kocası olan I./II.Tuthaliya olmalıdır. Şuppiluliuma da Arnuwanda ve Aşmunikal’in en küçük kardeşidir ve yaşça onlardan küçük olduğu için babası Tuthaliya’nın ölümünden sonra yönetimi ele alamamış, tahta ağabeyi ve ablası ortaklaşa geçmiştir. Ancak ağabeyinin ölümünde boşalan krallığa yeğeni Genç Tuthaliya’nın geçmesini hoş görmemiş ve bertaraf ederek, olgun bir yaşta devletin yönetimini ele almıştır.
İmparatorluk Dönemi
I. ŞuppiluliumaHititçe bir ad taşıyan ilk kraldır : “Şuppi” saf, “luli” ise kaynak demektir. Böylece, Şuppiluliuma, saf kaynaklı anlamını taşır. O, Hitit Krallığı'nı bir imparatorluğa dönüştürmüştür. Oğlu II. Murşili’nin yıllıkları sayesinde hakkında ayrntılı bilgilere sahip olduğumuz Şuppiluliuma, tahta oturduğunda Hitit devleti siyasal olarak oldukça güçsüz bir konumdaydı. Hatti ülkesinin büyük bölümü yitirilmişti. Henüz prensken genellikle hasta olan babasını askeri seferlerde temsil ettiğinden, tahta geçtikten sonra deneyimli ve yetenekli bir komutan olarak birçok zafer kazandı. Gaşkalar'la yaptığı savaşlarda başarılı oldu; sınır bölgelerinde kaleler ve tahkimat yaptırdı. Azzi-Hayaşa ve Arzava'ya başarılı seferler düzenledi. İşuva ülkesi (Aşağı Murat) ile savaştı.
Krallığının ilk yılları Anadolu’daki mücadelelerle geçtiğinden Toroslardan güneye inememiştir. Kuzey Suriye’de kontrolü yeniden sağlamak için genellikle Mitanni Krallığı’yla savaş halinde olmuştur. Bir keresinde savaştan kaçınan Mitanni Kralı Tuşratta, bölgedeki ekinleri yaktırıp su kuyularını kapattırmış Hitit ordusu zor duruma düşerek geri çekilmişti. Hititlerin bıraktığı ve Tuşratta’ nın eline geçen ganimetler, Mısır firavunu III. Amenofis’e armağan edilmişti. Bu arada durumu fırsat bilen Gaşka kabileleri her zamanki gibi kuzeyde saldırıya geçmişlerdi.
Kısa sürede kuzeydeki durumu düzelten Şuppiluliuma, tekrar Kuzey Suriye’ye yönelir. Anadolu’da güvenliği sağlamak için, Hayaşa kralı Hukkana ile bir antlaşma imzalayarak kızını onunla evlendirir ve anlaşmanın bir maddesinde şöyle der : “karının kız kardeşi ya da bir başka kadın akrabası sana gelirse, ona yiyecek, içecek ver; yiyin, için ve neşelenin, ama onunla cinsel ilişkiye girmeye kalkışma. Buna izin verilemez ve bunun cezası ölümdür!
Yine aynı amaçla Kizzuvatna kralı Şunaşşura ile anlaşır ve Hitit toprakları ile Mitanni arasında bir tampon bölge oluşturur. Politik bir kurnazlıkla Şunaşşura’nın ruhunu okşar : “Hurriler Şunaşşura’ya köle diyorlardı. Şimdi ise, majesteleri (yani Hitit kralı) onu gerçek bir kral yaptı… Şunaşşura, majestenin huzuruna gelince, majestenin büyükleri onun önünde ayağa kalkacak, kimse oturur durumda kalmayacak.” Antlaşmada iki devlet arasındaki sınırlar belirleniyor, gerekli durumlarda Kizzuwatna’ nın kaç piyade ve kaç arabalı asker göndereceği saptanıyordu.
Çevresindeki ülkelerle yaptığı anlaşmalarla yürüttüğü diplomasi sonucu ülke güvenliğini sağlayan Şuppiluliuma, Mısır-Mitanni ittifakı kontrolündeki Kuzey Suriye üzerine yürümeye hazırdır artık.
Mitanni güçlerinin bir kısmını yenilgiye uğrattıktan sonra, Kadeş, Ugarit ve Amurru topraklarını ele geçirerek vasalı yapar. Kargamış kentini kuşatır. Bu arada Lupakki ve Tarhuntazalma adında iki generalini, Amka Ülkesine gönderir. Onlar da, Amka’yı yağmalayıp, esir, sığır ve koyunlardan oluşan bir ganimet getirirler. Amka harekatının özelliği Hitit kuvvetlerinin Mısır nüfuz alanına girmiş olmalarıdır. Ancak, Mısır’dan bir yanıt gelmez. Bunun nedeni firavun Tutankhamon’ un ölmüş olmasıdır. Firavun Akhenaton ve kraliçe Nefertiti'nin kızları olan dul kraliçe Ankhesenamon, Hitit kralına bir mektup gönderir. Konusu itibarıyla hayli ilginç ve hoş olan mektupta şöyle yazmaktadır :
“Adamım (kocam) öldü. Bir oğul sahibi değilim. Ama söylediklerine göre oğulların çokmuş. Eğer oğullarından birini bana verecek olursan, o kocam olacaktır. Asla kölelerimden birini alıp koca yapmayacağım…”
Şuppiluliuma, bu teklife hem şaşırır hem de kuşkulanır. Hattuşaziti adlı elçiyi, Mısır’a yollarken şu emri verir : “Git ve bana doğru haberi getir! Onlar belki beni aldatıyorlar, belki efendilerinin bir oğlu vardır. Sen işin doğrusunu bana bildir.”
Bu arada Kargamış kuşatması sona ermiş ve Hititler kenti ele geçirmiştir. Şuppiluliuma, kentin yönetimini oğlu Piyassili’ye bırakır. Olasılıkla nüfusunun çoğunluğu Hurri kökenli olan kent halkını göz önüne alarak, kral yaptığı oğluna bir de Hurrice ikinci bir ad koyar : Şarrikuşuh. Aynı şekilde bir diğer oğlu, Telipinu'yu da Halep kralı yapar.
Tüm bunlar olurken Mısır’a gönderilen Hattuşaziti, yanında Mısır elçisi Hani ile geri döner. Elçinin getirdiği ikinci mektupta Mısır kraliçesi şöyle seslenir :
“Sen neden beni aldatıyorlar diyorsun? Benim oğlum olsa idi , benim ve ülkemin bu utancını yabancı bir ülkeye yazar mıydım? Ben başka ülkeye değil, yalnız sana yazdım. Senin için oğlu çok diyorlar. Birini bana ver! O, bana koca, Mısır’a kral olsun”
Şuppiluliuma, Kuzey Suriye’de elde ettiği topraklar ve vasalı haline getirdiği kentlerle artık Mısır sınırına iyice dayanmıştı. Ancak anlaşıldığı kadarıyla Mısır’la doğrudan bir savaşa girmeye de pek hevesli değildi. Sonunda kararını verir. Oğullarından Zannanza’yı, Mısır’a firavun olması için gönderecektir. Böylece evlilik yoluyla yeni bir barış ve kardeşlik ittifakı gerçekleşecektir. Ne var ki Mısır, “iktidar oyunları ve entrikaları” ndan muaf değildir. Şuppiluliuma’nın işi ağırdan alması ve zor ikna olması, Mısır tahtında gözü olanlara büyük bir fırsat sunar. Kheperkheperure Ay, firavun olur. Zavallı Zannanza ise , Mısır’a varamadan yolda öldürülür.
Acı haberi alan Hitit kralı yıkılır : Ey tanrılar! Ben bir kötülük yapmadım, ama Mısır halkı bana bunu yaptı.
Tepki olarak, Hitit ordusu, bölgedeki Mısır kuvvetlerine saldırır. Esir alınan çok sayıda asker, Hatti ülkesine götürülür. Ne var ki bunun bedeli çok ağır olacaktır. Hem Mısır’la, Kadeş Anlaşması’na kadar sürecek bir savaş durumu oluşur hem de Mısırlı esirler Anadolu’ya veba hastalığını getirirler.
Mısır kuvvetleriyle çatışmasından sonra Şuppiluliuma, tekrar Mitanni üzerine yönelir. Fırat nehrini kuzeyden geçerek Mitanni kuvvetlerini atlatır ve başkentleri Waşşukanni’yi ele geçirerek yağmalar. Bunun üzerine bazı soylular ayaklanarak Mitanni kralı Tuşratta’yı öldürürler. Tahta, Artatama çıkar. Bunun üzerine, Tuşratta’nın oğlu Mattiwaza kaçarak Şuppiluliuma’ ya sığınır. Hitit kralı onu kızıyla evlendirir ve bir antlaşma yapar : “ Tuşratta’ nın oğlu Mattiwaza’ yı elinden tutum ve kızımı ona eş olarak verdim. Mattiwaza kral olduğuna göre, Hatti ülkesinin kralının kızı da Mitanni ülkesinde kraliçedir. Sen, ey Mattiwaza, kızımın üzerine başka kadın alma! Ona, başka bir kadın eşdeğer duruma gelmesin, kızımı ikinci kadın derecesine indirme. Mattiwaza, gelecekte benim oğullarımın gereçk kardeşi ve eşitidir. Mattiwaza’ nın çocukları da benim çocuk ve torunlarımın eşiti olacaktır. … Hatti ve Mitanni ülkesinin halkı gelecekte birbirlerine kötülük etmeyeceklerdir… Hatti ülkesi kralı savaşa giderse Mitanni kralı da onunla gidecektir. Mitanni’ nin düşmanı olan, Hatti’ nin de düşmanı olacaktır. Hatti’ nin dostu olan, Mitanni’ nin de dostu olacaktır.”
Mattiwaza’yı, Mitanni kralı yapan Şuppiluliuma, böylece hızla yükselen Assur tehdidine karşı, Kuzey Suriye’de kendisine bağlı kukla bir devlet oluşturmuş olur.
Şuppiluliuma, dış siyasette öncelikle evlilikler yoluyla bir diplomasi oluşturmuş, kızlarını diğer krallara gelin vermiştir. Bunun yetmediği durumlarda askeri gücünü kullanmıştır. Ele geçirdiği ülkelerin başına oğullarını getirerek vasal krallıklar yaratmıştır.
Ne yazık ki bu büyük kral Mısırlı savaş esirlerinin taşıdığı ve Anadolu’da salgına dönüşen veba hastalığı nedeniyle ölür. Onun arkasından tahta çıkan en büyük oğlu II. Arnuvanda da bir yıl gibi kısa bir süre hüküm sürdükten sonra aynı akıbete uğrar. Tahta, Şuppiluliuma’nın bir diğer oğlu II. Murşili çıkar. Bu da bize, Telipinu Fermanı’na göre, II. Arnuvanda’ nın o sırada yaşayan hiçbir oğlu ve evli kızının olmadığını düşündürmektedir.
II. Murşili deyince, aklatarih yazıcılığı gelmektedir. Hititlerde, kralın yıllık icraatlerinin yazıldığı belgelere, “annal” denirdi. Murşili’ nin yıllıkları gerek stil gerekse de ayrıntılara verdiği önemle öne çıkar. II. Murşili yıllıkları, Boğazköy arşivlerinde bulunmuş en geniş tarihsel anlatımlı belgelerdir.
Murşili, iktidarının ilk yıllarında, Gaşkalarla uğraşmak zorunda kalır ve daha sonra her yıl, kuzeye bir sefer düzenlemeyi, gelenek haline getirir. Bu arada ağabeyi Kargamış kralı Şarrikuşuh, hastalanıp ölünce Kuzey Suriye’de bir takım isyan hareketleri baş gösterir. Tüm bunları başarılı bir şekilde bastıran Murşili, Kargamış’ın başına ölen abisinin oğlunu; yine Halpa (Halep)’nın başına da diğer ağabeyi Telipinu’ nun oğlu Talmişarruma’yı getirir. Diğer taraftan Amurru ve Ugarit krallarıyla antlaşmalar imzalayarak, Suriye'deki Hitit egemenliğini sürdürür.Azzi-Hayaşa bölgesine çeşitli seferler yaparak bu toprakları yeniden fetheder. Güneybatıdaki Arzava Krallığı'na karşı, kimi zaman antlaşmalar yoluyla, kimi zaman da güç kullanılarak bir denge sağlar. İmparatorluk döneminin güçlü krallarından biri olan Murşili’nin ölüm nedeni hakkında bilgi yoktur.
Murşili ölünce, kral ve karısı kraliçe Gassulaviya’nın en büyük oğlu II. Muvatalli, tahta çıkar. Muvatalli’nin Halpasulupi ve Hattuşili adlarında erkek kardeşleri, ve Massanauzzi adında bir kız kardeşi bulunmaktaydı. Muvatalli, kardeşi Hattuşili (III)’ yi ordu baş komutanı yapmış, saray baş muhafızı mevkiine çıkarmış ve Yukarı Ülke’yi (Kızılırmak’ın kuzeyi) onun yönetimine bırakmıştır. Muvatalli Mısır odaklı hareket ederken kardeşi Hattuşili Gaşkalara çok ağır darbeler indirerek, kuzeyde mutlak hakimiyeti sağlamıştır. Hatta Hantili zamanından beri, Hatti toprakları dışında kalmış olan kutsal kent Nerik’i, tekrar ele geçirmeyi başarmıştır. İşte Muvatalli kardeşinin bu başarıları sayesinde Anadolu’nun batı ve güneybatısına karşı başarılı seferler düzenleyebilmiş ve Kuzey Suriye için Mısır’la mücadele edebilmiştir.
Bu esnada Mısır’da firavun Horemheb’in yerine veziri I. Ramses geçmiş ve 19.Hanedanlığı kurmuştur. İki yıl gibi kısa bir süre hüküm sürdükten sonra oğlu I. Seti, firavun olur. Hemen ardından Asya seferine çıkarak Lübnan’a ilerler. Amurru Ülkesi’ne bir harekat düzenler. Ardından Seti’nin oğlu II.Ramses Amurru kralı Benteşina’yı egemenliği altına alarak Mısır nüfus sahasını Ugarit’e kadar genişletir.
II. Muvatalli, Mısır tehdidinin farkındadır. Anlaşılan o ki Mısır’la girişilecek bir savaşın kaçınılmazlığını görmüş ve bu doğrultuda hazırlıklara girişmiştir. Ülkesindeki güvenliği sağlama aldıktan sonra çeşitli krallarla askeri anlaşmalar yapar. Örneğin Wilusa (Troya) kralı Alakşandu bunlardan biridir. Batı Anadolu'daki bir diğer Hitit vasalı olan Seha Nehri ülkesi kralı Masturi ile kız kardeşi Massanauzzi’ yi evlendirir. Başkenti, Hattuşa’dan, yaklaşan savaşta askeri bir üs olarak kullanacağı Aşağı Ülke’deki Tarhuntaşşa’ya taşır. Bu kentin lokalizasyonu bilinmemektedir. Askeri bir sefer için başkentin değiştirilmesi, Hitit tarihinde ilk kez görülen bir uygulamadır. Bunun bir gerekçesi de Yukarı Ülke’yi yöneten ve gittikçe güçlenen III.Hattuşili’ye karşı alınan bir önlem olmalıdır. İmparatorluk sanki bölünmüş gibidir. Ve II. Ramses 5. egemenlik yılında ordusu ile Kadeş’e doğru ilerlemektedir.
Kadeş Savaşı
İlginçtir ki tarihin en ünlü savaşlarından biri olmasına rağmen bu olayla ilgili Hitit kaynakları yok denecek kadar azdır. Bu savaş iki belgede geçer. Birinde Hattuşili şöyle demektedir : “Kardeşim Mısır’a sefere çıktığında, benim yeniden iskan ettiğim bölgelerden aldığım askerleri ve arabalı savaşçıları Mısır ülkesine, kardeşimin seferine götürdüm… Komuta bendeydi.” IV. Tuthaliya’ya ait bir metinde ise savaşın nedeni olarak Amurru ülkesinin Hitit kralına olan yeminini bozması gösterilir ve Muvatalli’nin bu nedenle Mısır ordusuyla savaşıp zafer kazandığı anlatılır. Buna karşılık savaşla ilgili Mısır kaynakları son derece zengindir. Ramesseum, Karnak, Luksor, Abydos ve Ebu Simbel tapınaklarının duvarlarında Ramses’in zaferi ayrıntıları ve abartılarıyla birlikte anlatılır. Bu kaynaklara göre Hitit ordusunda bulunan Anadolu güçleri şunlardır : Gaşka, Maşa, Arzawa, Kizzuwatna, Lukka, Pitaşşa, Dardanaya, Karkişa. Suriye’den ise şu güçler vardır : Karkamış, Kadeş, Ugarit, Halpa, Alşe, Muşnatu, Nuhaşşe.
Hitit ordusu 3.500 savaş arabası ve 37.000’i piyade olmak üzere 47.500 askerden oluşuyordu.
Mısır ordusu ise dört tümen halinde organize olmuştu. Her biri 5.000 askerden oluşan bu tümenlerin adları şöyleydi : Amon, Re, Ptah ve Seth. Ayrıca firavunun kişisel muhafızları Şerdenler ve Na’arinlerden oluşan bir öncü grup ile Mısır güçleri yaklaşık 25.000 kişiyi buluyordu. Şüphesiz burada Ramses’in zaferini yüceltmek için Hitit ordusu ile ilgili sayılar abartılmış olmalıdır.
Ramses, bir ay süren bir yürüyüş sonucu Kumidi yakınlarına varmıştı. Asi nehri kıyısındaki Labui ormanına geldiğinde beraberinde muhafızları ve Amon tümeni bulunmaktaydı. Diğer üç tümeni, arkasında yaklaşık 50 km.lik bir hat üzerinde dizilmişti. Kuvvetlerini bu şekilde bölmesi büyük bir taktiksel hataydı. Buna bir de yanlış istihbarat eklenmişti. Olasılıkla Hitit casusu olan iki bedevi Ramses’e, Muvatalli’nin Halep’te beklediğini söylemişti. Oysa Hatti kralı Kadeş’teydi.
Firavun bu bilgiyle Kadeş’i kuşatmak için hızla ilerler ve kamp kurar. Bu arada yakalanan Hititli casuslardan ordunun asıl yerini öğrenir. Ama Muvatalli de boş durmaz. Mısır ordusuna yandan saldırır ve savaş arabalarıyla Re tümenini dağıtır. Amon tümeninde de panik baş gösterir. Ptah tümeni ise tüm bu olanlardan haberi olmayacak kadar uzaktadır. Ramses batıya doğru geri çekilirken Hitit ordusundaki müttefik güçler yağmaya başlar ve disiplin bozulur. Amurru sahilinden gelen Na’arinlerin de katılmasıyla Ramses biraz nefes alır. Bu kez Hitit savaş arabaları, iki güç arasında kalmıştır. Savaşın seyri değişir.
Mısır kaynaklarının anlatımıyla Hititler Asi nehrine doğru sürülür. Muvatalli’nin iki oğlunun da aralarında olduğu 16 Hitit soylusu öldürülür. Halep prensi Asi’yi geçerken boğularak ölür. Hititli prensin yuttuğu suları çıkarmak için askerleri tarafından baş aşağı çevrilmesini betimleyen sahne Ramses tapınağı duvarlarında yer almaktadır.
Muvatalli, Ramses’ten merhamet ister ve barış teklif eder.
Mısır resmi tarihi olayı böyle anlatmakta ve zaferden söz etmekteyse de savaş sonrası manzara tam tersini göstermektedir. Elde edilen zafere rağmen Ramses, Kuzey Suriye’de hiçbir kazanım sağlayamaz. Kadeş Hititlerde kalır. Amurru yeniden Hitit vasalı olur. Hititler’e ettiği yemini bozan Benteşina’ nın yerine Şapili getirilir. Savaş sonrası Kuzey Suriye’nin siyasi haritası Hitit zaferinin en büyük belgesidir. Gerisi Ramses’in anlattığı bir “avcı öyküsü”dür.
II. Muvatalli'nin bilinen iki oğlu vardır. Biri kendisinden sonra III. Murşili adıyla kral olan ve bir harem kadınından doğan Urhi-Teşup, diğeri de III. Hattuşili zamanında Tarhuntaşşa bölgesine vasal kral olarak atanan Kurunta'dır. Ulmi-Teşup isimli üçüncü bir oğlu olduğu önerilmişse de bu, Kurunta'nın Hurrice adıdır.
III. Murşili ( Urhi-Teşup), tahta geçtiğinde ilk olarak başkenti tekrar Hattuşa’ya taşıdı. Ülkenin Yukarı ve Aşağı olarak fiili bölünmüşlüğüne son vermek istiyordu. Bununla da kalmayarak babasının Hattuşa’nın yöneticiliğine getirdiği ve amcası Hattuşili ile çok iyi dost olan Baş Yazıcı Mittannamuwa’ yı görevden aldı. Hattuşili bu duruma oldukça bozulmuş olmalıdır. Amca ve yeğen arasında bir iktidar mücadelesi yaşanmaktadır. İçerde bunlar olurken dış politika ile ilgili bilgiler pek yoktur. Ancak IV.Tuthaliya dönemindeki bir belgeden, Urhi-Teşup’un Assur kralı ile mektuplaştığı ve dostluk kurduğunu öğreniyoruz. Ayrıca kız kardeşini batı Anadolu’daki Şeha Irmağı ülkesinin kralı ile evlendirdiğini biliyoruz. Urhi-Teşup daha sonra amcasının yönetiminde olan Hakmiş ve Nerik kentlerini ondan alır. Bundan sonra ipler kopar. Hattuşili kendi deyimiyle “Artık dayanamaz ve ona isyan eder.” ve yeğenine şöyle seslenir : “Bana karşı kavgayı başlattın. Ve sen büyük kralsın, senin bana bıraktığın tek kalede, yalnız ben kralım. Haydi! Bizim hakkımızda Şamuha kenti İştar’ı ve Nerik kenti Fırtına Tanrısı karar versin.” Aslında Hattuşili en başından beri yeğeninin krallığına karşıydı, öyle ki ondan bahsederken hiçbir zaman krallık adı olan III.Murşili’yi kullanmamıştır. Yürüttüğü lobi çalışmaları sayesinde askeri gücünün yanında, pek çok soyluyu ve bir İştar rahibi olması nedeniyle de rahipler sınıfını arkasına almıştır. Kendi anlatımlarında iktidar hırsını hep tanrıların bir isteğiymiş gibi göstermiştir.
Nihayet Urhi-Teşup tutuklanır ve Nuhaşşe’ye gönderilir. Ancak buradan kaçacağı bilgisi alınınca “deniz yönüne” Alaşiya’ya ( Kıbrıs) sürülür. Bundan sonra neler olduğunu Hattuşa arşivinde bulunan bir belgeden öğreniyoruz . II.Ramses’in Mira kralına gönderdiği bir mektubun kopyasıdır bu. Ve anlaşılan o ki Urhi-Teşup Kıbrıs’tan da Mısır’a kaçarak Ramses’e sığınmış ve iki devlet arasında yeni bir kriz yaratmıştır.
Yeğenini devirerek tahta geçen III.HattuşiliII.Murşili’nin en küçük oğludur. Hattuşili ile ilgili otobiyografi niteliğinde oldukça zengin bir tablet koleksiyonu (yaklaşık 200 adet) bulunduğundan hakkında en fazla bilgi sahibi olduğumuz krallardan biridir. Bir gün tanrıça İştar, kardeşi Muvatalli’yi babası Murşili’nin rüyasına gönderir ve şöyle der : “Yıllar, Hattuşili için kısadır, o sağlıklı değildir. Onu bana ver; o, benim rahibim olsun. O zaman sağlıklı olur.” Böylece, Samuha kentinin rahibi olarak atanır ve daima Samuha’nın ana tanrıçası İştar'ın (Hurrice adıyla Şauşga) hizmetkarı olur. Babası Murşili tanrı olduğunda (öldüğünde), kardeşi Muvatalli onu ordu komutanlığına getirir ve Yukarı Ülke’nin yönetimini kardeşine devreder. Bu dönemde Hattuşili pek çok askeri başarıya imza atmış, en önemlisi Hititlerin müzmin düşmanı Gaşkaları tamamen sindirmiş ve kutsal kent Nerik’i geri almıştır. Zaten en büyük oğluna da Nerikkaili adını vermiştir. Yukarıda da değindiğimiz üzere Kadeş Savaşı’nda da çok önemli bir görev üstlenmiştir.
Hattuşili, savaş sonrası Hatti ülkesine geri dönerken Lawazantiya kentine uğrar ve tanrıça İştar’ın rahibi Pentipşarri’nin kızı ile evlenir. Bu Hurri kızın adı Puduhepa’dır ve Hitit tarihinin en önemli kraliçesi olacaktır. Bu geri dönüş yolculuğunda Hattuşili, nedenini tam olarak bilemediğimiz bir şey daha yapar. Tarhuntaşşa’daki kardeşi Muvatalli’nin yanına giderek, tahttan indirilen Amurru kralı Benteşina’yı refakatine alır ve birlikte Hakmiş’e dönerler. Bu arada kendini, ve Puduhepa’yı Hakmiş kral ve kraliçesi ilan eder.
Muvatalli’nin ölümü ve Hattuşili’nin tahta çıkışı arasında geçen olayları Urhi-Teşup’tan söz ederken anlatmıştık.
“Prenstim, saray muhafızları komutanı oldum; saray muhafızları komutanı idim, Hakmiş kralı oldum; Hakmiş kralı idim, büyük kral oldum… Efendim Tanrıça İştar bana Hatti ülkesinin krallığını verdi, büyük kral oldum…”
Büyük Kral, III.Hattuşili’dir artık. Bu dönemde Ön Asya’nın politik haritası da değişmiştir. Assur devleti, Mitannilere son vermiş ve bu bölgede ağırlığını günden güne hissettirmeye başlamıştır. Böyle bir ortamda Hattuşili, Mısır, Assur ve Babil kralları ile karşılıklı mektuplaşarak ince bir diplomasi yürütmüş ve Hatti sınırlarını neredeyse hiç savaşmadan korumuştur. Çağdaşı olan krallar şunlardır :
Assur : I.Şulmanu-aşerid ve I.Tukulti-Ninurta
Babil : Kadashman-Turgu, Kadashman-Enlil II, Kudur-Enlil, Shagarakti-Shuriash
Mısır : II:Ramses
Hattuşili’nin ilk icraatlerinden biri, Amurru’nun başına yeniden Benteşina’yı getirmek olur. Kızı Gaşşulawi’yi Benteşina ; oğlu Nerikkaili,’yi de Benteşina’nın kızı ile evlendirerek, geleneksel ittifak kardeşliğini sağlar.
Mısır-Hitit ilişkileri de Urhi-Teşup krizi sayılmazsa nötr bir durumdadır. Kadeş’ten sonra iki ülke ordusu bir daha karşı karşıya gelmez ama bir barış anlaşması da imzalanmış değildir. Bu anlaşma ancak Ramses’in 21.egemenlik yılında gerçekleşir.
Kadeş Anlaşması
Kadeş Savaşı’ndan tam 16 yıl sonra yapılan anlaşma zamanın diplomatik dili olan Akkadça ve Mısır dilinde yazılmıştır. Bir yüzünde Hattuşili, diğer yüzünde Puduhepa’nın mühür damgaları bulunan, gümüş bir tablet üzerine yazılarak Mısır’a gönderilen Akkadça kopya, bugüne değin bulunamamıştır. Metnin, Boğazköy’de bulunan, kil tablete yazılmış bir kopyası mevcuttur. Anlaşma iki büyük devletin eşitliği temeline göre yapılmış olsa da Karnak Amon Tapınağı duvarlarına hiyerogliflerle işlenen Mısır dilindeki kopyada, Akkadça kopyadan farklı olarak, Ramses daha kazançlı ve üstün gösterilmiştir. Kadeş Anlaşması hatalı bir şekilde okullarımızda tarihin ilk yazılı anlaşması olarak öğretilmiştir. Oysa Hitit krallarının Kadeş’ten önce yaptıkları birçok anlaşmanın yazılı metinleri elimizde mevcuttur. Kadeş’in özelliği, karşılıklı eşitlik ilkesine göre o zamanki dünyanın, iki güçlü devleti arasında yapılmış ilk yazılı anlaşma olmasıdır. Anlaşma, dönemin klasik yazım şemasına göre düzenlenmiştir. Başta taraf kralların ad ve ünvanları sıralanır. Daha sonra iki ülkenin o güne değin olan ilişkiler tarihi özetlenir. Ardından anlaşma şartları, savaş esirlerinin durumu belirlenir. Yemine tanıklık eden tanrıların listesi ve anlaşma şartlarına uymayan tarafın lanetlenmesiyle metin son bulur.
Kadeş Anlaşması ile Mısır ve Hitit kralları ve ayrıca onların çocukları kardeş sayılmış; iki ülke arasında güzel kardeşlik ve güzel barışın sonsuza kadar sürmesi dilenmiştir. İki kral da bir daha birbirlerine saldırmayacaklardır. Taraflardan birine düşman bir ülke saldırdığında diğeri yardım edecektir. Aynı şekilde ülke içinde çıkan bir isyana karşı da kardeş kraldan yardım istenebilecektir.
Kadeş Anlaşması amacına ulaşmış, Hitit ve Mısır devletleri arasındaki barış ve dostluk kalıcı olmuştur. Elbette ki bu anlaşma ve kardeşlik ittifakı bir evlilikle taçlanmıştır. III. Hattuşili'nin kızlarından biri II. Ramses'in eşi olmuştur. Bu prensesin Hititçe adı bilinmemekle birlikte Mısır'da Maathotneferure adını almış ve krali büyük eş derecesine sahip olmuştur. Ramses, sonraki yıllarda bir Hitit prensesini daha eş olarak almıştır.
III.Hattuşili “tanrı olunca”, tahtın başına, Puduhepa’dan olan oğlu IV.Tuthaliya geçer.
IV. Tuthaliya kral olmuştu ama aslında kurallara göre öncelik abisi Ulmi-Teşup’taydı. Ancak Hattuşili, çok önceden kararını vermiş ve Tuthaliya, geleceğin büyük kralı olarak, özel olarak yetiştirilmişti. Ulmi-Teşup’a da Tarhuntaşşa krallığı verilmişti. Tuthaliya önce Nerik’in Fırtına Tanrısı ile Şamuha İştarı’nın rahibi ve saray baş muhafızlığı görevlerine getirilmişti. Tuthaliya kral olduktan sonra, annesi Puduhepa, “tawananna” ünvanını korumuş ve kraliçelik yetkilerini kullanmaya devam etmiştir. Ve hatta bazı ferman ve belgelere tek başına mühür basmıştır. Bu Hitit tarihinde bir istisnadır.
Kadeş Anlaşması ile Mısır’la iyi ilişkiler kurulduktan sonra Hitit krallarının başlıca meselesi Assur tehdidi olmuştu. Bu devletten oldukça çekinen Hitit dış politikası, ilişkileri yumuşatma namına birçok hamle yapmıştır. Örneğin, I.Tukulti-Ninurta Assur tahtına çıktığında kutlama mesajı yollanmış ve iki ülkenin dostluğu vurgulanmıştır. Hitit kralı, Asur kralına artık bir babadan ve bir anadan (doğmuş) gibi olduklarını yazmakta ve şöyle demektedir : “O benim ülkeme gelse, ben onun ülkesine gitsem; birbirimizin ekmeğini yesek.” Burada amaç, Assur ordusunu Hatti sınırlarından, diplomasi yoluyla uzakta tutmaktır. Ancak bu strateji pek işe yaramaz. Assur güçleri Fırat kıyısındaki Hitit topraklarını yağmalar ve Hatti halkından 28 bin 800 kişiyi topraklarından sürer. Hititler buna karşılık arada güçlü bir tampon bölge yaratmak için vasal Amurru ve Ugarit krallıklarını yeniden organize eder. Bu arada bölgedeki bir diğer sadık güç de Karkamış Krallığı’dır. Şuppiluliuma, Karkamış’ı ele geçirdikten sonra buranın başına oğlu Şarrikuşuh’u (Piyasili) getirmişti. Şarrikuşuh’un hanedanı devam etmiştir ve bu dönemde torunu İni-Teşup, Karkamış kralıdır. Birçok belgede Tuthaliya’yla ile beraber İni-Teşup’un mührü de bulunmaktadır. (Karkamış Krallığı, Assur Kralı II.Şarru-kin (II.Sargon) tarafından M.Ö.717’de yıkılana kadar bir Geç Hitit devleti olarak varlığını sürdürecektir.)
Tuthaliya, Assur’a karşı askeri bir harekat yerine ekonomik ambargo uygulamayı seçer. Amurru kralına, Assur topraklarına tüccar göndermemesi buyurulur. Ayrıca olası bir savaşta asker ve savaş arabası desteği istenir. Ugarit kralına da limanını Assur’a kapaması söylenir. Ne var ki bu sırada oğluyla giriştiği iktidar savaşında I.Tukulti-Ninurta ölür ve Hititler rahat bir nefes alır. Ancak bu dönemde Gaşkalar ve Aşşuwa ülkesi ile yapılan savaşlar devleti yıpratır.
Tuthaliya’ya, en fazla sıkıntı veren durumların başında, yaşanan kuraklık ve bunun sonucu olarak kıtlık gelir. Hatti ülkesinin tamamında açlık tehlikesi baş göstermiştir. Hitit ekonomisi tarıma dayanıyordu ve başlıca besin kaynağı tahıllardı. Yağmur yağdıran Fırtına Tanrısı Teşup’un baş tanrı olmasının başlıca nedeni bu tarımsal zorunluluktur. Hitit kralları, kuraklık tehdidini göz önüne alarak, tahılı depolamak için, Hattuşa’da dev yer altı siloları yaptırmışlardı. Bu siloların bile yetersiz kalması kuraklık ve kıtlığın büyük boyutlarını gözler önüne sermektedir. Tuthaliya için tek bir çare kalmıştır. O da dost Mısır’dan yardım istemek. Bu sırada Mısır’ın başında II.Ramses’tan sonra tahta çıkmış olan Banenre Merenptah vardır. Firavun bu olayı Karnak tapınağının duvarlarında şu sözlerler anlatır : “Hatti ülkesini yaşatmak için, Asyalılara gemiler içinde tahıl gönderdim.”
IV.Tuthaliya öldüğünde Hatti tahtında yeni bir iktidar kavgası başlar. Kurallara göre büyük kral olması gerekirken Hattuşili’nin Tarhuntaşşa kralı yaptığı II.Muvatalli’nin oğlu Ulmi-Teşup (Kurunta) yasal olarak hakkı olan taht için isyan eder ve yönetimi eline alır. Kral olduğunda zaten yaşlı olan Ulmi-Teşup beş yıl iktidarda kaldıktan sonra ölür. Yerine kendi oğlu olmadığı için Tuthaliya’nın oğlu III.Arnuwanda geçer.
III. Arnuwanda’nın iktidarını belgeleyen tek belge Boğazköy’de bulunan bir adet krallık mührüdür. Bildiğimiz kadarıyla yine Gaşkalarla savaşlar olmuştur. Ayrıca Anadolu’ya göçen ve başlarında Mita adlı bir kişinin olduğunu öğrendiğimiz yeni bir ulusun varlığı da ortaya çıkmıştır. Bazı tarihçiler bu yeni ulusu, Frygler ile eşleştirmiştir. Anadolu’ya doğru bir uluslar göçünün başladığının ilk işaretleridir bu durum.
Arnuwanda öldüğünde bir oğlu olmadığından başa kardeşi II. Şuppiluliuma geçmiştir ki o, son Hitit kralıdır.
Ve Fırtına Diner…
“… birdenbire devletler yıkılıp dağıldılar. Hiçbir ülke onların silahları karşısında dayanamadı: Hatti, Kizzuwatna, Karkamış, Arzawa, Alaşiya..” (III.Ramses)
Yaklaşık olarak M.Ö. 1200 yıllarında, Ön Asya’yı bir göç dalgası kaplar. Anadolu, Suriye ve Mısır, III.Ramses’in deyimiyle “ denizden ve öküz arabalarıyla karadan gelen bu sürüler” in istilasına uğrar. Bir tek Mısır direnebilir. Assur ve Babil daha uzakta olmaları nedeniyle bir yıkıma uğramaz. En büyük zararı Hitit devleti görür ve tam da bu dönemde pek beklenmedik bir şekilde tarih sahnesinden çekilir.
Deniz Kavimleri olarak adlandırılan bu grupların Hatti ülkesini istilası ile Hitit devletinin yıkılması arasında bir paralellik vardır. Ancak o devrin hatırı sayılır askeri güçlerinden birine sahip politik bir yapının birdenbire yıkılması pek olanaklı değildir. Elbette ki bu çöküşün bir başlangıç evresi vardır. Belki de Deniz Kavimleri bu süreci hızlandıran faktörlerden sadece bir tanesiydi.
Yukarıda değindiğimiz üzere Hititlerin son yılları kuraklık-kıtlık ve açlıkla mücadele ederek geçmişti. Bu halkın mutsuzluğu anlamına geliyordu. Birçok tabletten bu dönemde içerde ayaklanmaların çıktığını, ülkeye bir kargaşa ortamının hakim olduğunu öğreniyoruz. Ele geçen bir tablette şu sözler yazılıdır : “Ona, efendime temiz kalple… hizmet ettim… Sonradan Hatti halkı (başka) zorluklar çıkardıklarında, seni hiç ortada bırakmadım… Hatti halkı ona (krala) karşı günah işlediklerinde, ben (yine) sadık kaldım.” Bu sözlerde bir halk isyanının belirtileri açıkça görülmektedir. Ayrıca saray içinde de bir takım hareketler olmuş ve taht kavgaları baş göstermiştir.
Dışarıda ise, Assur yeniden bir güçlenme ivmesi kazanmış, Suriye üzerindeki kontrolünü arttırmıştı. Bu arada denizden gelen uluslar Hatti ülkesinde savaşarak ilerlemekteydi. Hitit müttefikleri olan Karkamış kralı Talmi-Teşup ile Ugarit kralı Ammurapi arasındaki bir mektuplaşmadan Ugarit donanmasının Lukka ( güney-batı Anadolu) kıyılarına gönderildiğini öğreniyoruz. Ne var ki Alaşiya (Kıbrıs) istilacılarca ele geçirilir. Kısa bir süre sonra da Hitit devleti yıkılır.
Anadolu’nun bir çok yerindeki arkeolojik kazılarda, bu döneme ait tabakalarda yıkıntı ve yangın izleri açıkça görülmektedir. İlginçtir ki Troya Savaşı da bu döneme tarihlenir. Bazı kaynaklarda Hattuşa’yı yakıp yıkanların Frygler olduğu bilgisi verilmektedir. Belki de Gaşka kabileleri de bu fırsatı kaçırmamış ve yağma hareketine katılmışlardı.
Hitit İmparatorluğu’nun devlet yapısı yıkılmıştır ama yarattığı uygarlık bir anda son bulmaz. Kuzey Suriye’ye ve Anadolu’nun güney-doğusuna çekilen Hititler, burada Geç Hititler olarak adlandırılan kent devletleri halinde örgütlenirler. Bunların başlıcaları : Karkamış, Tarhuntaşşa, Melid (Malatya), Kummuhu (Adıyaman), Patin (Antakya), Gurgum (Maraş), Sam’al krallıklarıdır. Bu devletler, Hitit kültürünü, M.Ö. 7. Yüzyıla kadar devam ettirmişlerdir. Tevrat’ın Hetoğulları diye söz ettiği ulus, işte bu Geç Hititlerdir.
Anadolu’da ya da bilinen en eski adı ile Hatti Ülkesi’nde kadim dünyanın en büyük devletlerinden birini kuran Hititler, bizlere büyük bir başkentten kaya anıtlarına, binlerce kil tabletten heykellere çok büyük bir miras bırakmıştır. Sadece bu topraklara özgü olan bir kültürün zengin bir hatırasıdır, Hititler. Ama biraz da Mısır’ın gölgesinde kalmış bir ulustur onlar. Aslında öyleymiş gibi bir imaj yaratılmıştır daima. Uygar Mısır’ın karşısında, barbar Hitit. Kadeş Savaşı’nın anlatıldığı Mısır tapınaklarından günümüzde yazılan modern romanlara kadar Hititler hep kötü olan “öteki”dir.
Lakin zengin ve haz verici Hitit uygarlığı başka bir yazının konusu olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder