31 Ekim 2019 Perşembe

ANADOLU’NUN BELLEĞİ KÜLTEPE

KÜLTEPE ile ilgili görsel sonucu

ANADOLU’NUN BELLEĞİ KÜLTEPE

Kültepe, ülkemizin adını dünyaya duyuran en önemli kültür varlıklarından biri. Burada, keşfedilen yazılı belgeler Anadolu’nun geçmişine bir kapı aralıyor ve Anadolu’yu pek çok yönden tanımamızı mümkün kılıyor.
Eski adı Kaniş olan Kültepe, Kayseri’nin ve ülkemizin adını dünyaya duyuran en önemli kültür varlıklarından biri. Kültepe’nin 1948 yıllarından beri yürütülen bilimsel arkeolojik kazılarda gün ışığına çıkarılan kalıntılar, keşfedilen yazılı belgeler Anadolu’nun geçmişine bir kapı aralıyor. Zira eski Anadolu tarihinin çok önemli bir bölümünün, Kültepe kazıları sayesinde aydınlatıldığı konusunda uzmanlar hem fikir.  

Anadolu insanı okumayı ve yazmayı ilk kez Kültepe’de öğrendi
Günümüzden beş binyıl öncesinden itibaren Kamiş olarak anılan Kültepe, yalnız büyük bir ticaret merkezi değil aynı zamanda Anadolu’yu Kuzey Suriye’ye; Asur aracılığı ile de Mezepotomya’nın yüksek uygarlıklarına bağlanmış büyük bir kültür merkezi olarak anılıyor. Bugün Orta Anadolu’nun en yüksek dağı Erciyes’in hemen eteğinde, Sarımsaklı Ovası’nın ortasında yer alan Kültepe’de en azından M.Ö. 3. binyılın ilk yarısından itibaren iskan edildiği biliniyor.

Asur Krallığı, yaklaşık olarak M.Ö. 3. binin sonlarında bağımsızlığını kazanmış ve hemen sonrasında Kral I. Erisum, Asur krallığının geleceğini garanti altına almak amacıyla, ticarette reformlar yapar ve Anadolu ile sistemli bir ticarete başlar. Bu şekilde M.Ö. 2. binyılın ilk çeyreğinde, Anadolu ile Kuzey Mezopotamya arasında çok kuvvetli ve yaygın bir ticaret ağı kurulur. Aynı zamanda Anadolu yazı ile tanışır. Dolayısıyla Anadolu insanı okumayı ve yazmayı ilk kez Kültepe’de öğrenir... Dünyada ilk kez Sümerler tarafından M.Ö. 3200 yıllarında yaygın olarak kullanılan yazı, ticari ilişkiler sonucunda ancak  M.Ö. 2. binyılın başlarından itibaren Anadolu’ya gelmeyi başarabilmiştir.

Ekonomik yararlar esasına göre anlaşırlar
Asurlular, kurdukları bu sistemi bir ticaret kolonisi anlamında geliştirmeyi başarırlar. Çoğu yerli krallıkların merkezinde veya önemli şehirlerinde, liman anlamına  gelen ve “Karum” denilen birer ticaret merkezi/pazaryeri oluşturulur. Kültepe’de keşfedilen belgelerde, Asurlu tüccarların hem konakladığı hem de pazar kurduğu yaklaşık 40 civarında yerleşim adı saptanmıştır. Fakat günümüze kadar onlardan sadece Kaniş (Kültepe) ve Hattuş (Boğazköy) karumlarının yerleri hala kesin olarak biliniyor...   

Anadolu bu dönemde, “şehir devletleri” olarak yerli krallıklarla, bir tür feodal bir siyasi sistemle yönetilir. Asurluların yerli krallıklar üzerinde siyasi, idari veya askeri hiçbir etkinlik ve üstünlüğü yoktur. Yerliler ve Asurlular,  karşılıklı ekonomik yararlar esasına göre anlaşırlar. Yazılı kaynaklar M.Ö. 3. binyılın son çeyreğinden itibaren Akadlı tüccarların Anadolu’ya ticaret için geldiklerini gösterir. Muhtemelen çok düzenli olmayan bu faaliyetler, M.Ö. 2. binyılın başlarında Asur Devleti’nin desteği ve Asurlu tüccarların girişimiyle sistematik bir hal alır.

“Kapadokya Tabletleri” olarak adlandırılan belgeler...
M.Ö. 1974 ile 1719 yılları arasını kapsayan ve Eski Asur Ticaret Kolonileri olarak da adlandırılan dönem boyunca hemen hemen ticaret ve kültür alışverişi düzenli bir şekilde devam eder. Yaklaşık 255 yıl süren bu ticari ilişkilerin Anadolu’daki en eski tanıkları başta Kayseri yakınlarındaki Kültepe olmak üzere, Boğazköy, Alişar, Kaman-Kalehöyük, Kayalıpınar ve Acemhöyük’te ele geçen Eski Asurca yazılmış zarf, tablet, bulla ve etiketlerden oluşan çivi yazılı belge koleksiyonudur. Anadolu’nun en eski yazılı kayıtları olma özelliğine de sahip bu malzeme, arkeoloji çevrelerince ilk defa 1881 yılında tanınmıştır. Bulundukları yerin eski isminin bilinmemesi sebebiyle, bölgeye klasik dönemde verilen isim dikkate alınarak, o dönemde Kapadokya Tabletleri olarak adlandırılan belgeler, günümüzde daha çok Kültepe/Kaniş Tabletleri olarak tanınır.
1881 yılından bugüne kadar geçen 132 yıl zarfında Kültepe metinleri üzerinde yerli ve yabancı pek çok bilim insanı çalışmış, böylece günümüzden yaklaşık 4000 yıl önceki Anadolu ve Asur’u pek çok yönden tanımamız mümkün olmuştur.  Bu koleksiyonun büyük çoğunluğu Asurlu tüccarların borç senetleri, kervan ve alacak-verecek kayıtları, iş sözleşmeleri, iş mektupları ile ticari anlaşmazlıklarla ilgili mahkeme kayıtları gibi ticari konularla ilgilidir. Anadolu halkına ait şu ana kadar ele geçen belge sayısı oldukça az olup, olanların önemli kısmı da ticari aktiviteleri ile ilgilidir. Eski Asur Ticaret Kolonileri Dönemine ait Anadolu ve özellikle Asurlu tüccarların iktisadi faaliyetleri hakkında önemli bilgilere sahibiz. Anacak yazılı kaynak sayısı fazlaymış gibi görünse de diğer hususlarla ilgili bilgimiz pek az... 

Kültepe’de büyü metni bulundu
Buna karşın yazılı belge bakımından bütün Yakın Doğu’nun en zengin sit alanları içinde gösterilen Kültepe’de, bugüne kadar 23 bine yakın çivi yazılı tablet bulunduğu belirtiliyor. Ancak bu belgelerin çok azı tüccarların ticari aktiviteleri dışındaki  konularda yazılmış. Anlaşma metinleri, vasiyetnameler ve okul metinleri gibi, herhangi bir ticari amaca hizmet etmeyen az sayıdaki tablet gruplarından birisi ise büyü metinleri olarak dikkati çeker. Kültepe’de bugüne kadar, biri henüz yayınlanmamış yedi büyü metni de bulunur. Resmi kazılardan önce keşfedilen ve 1994 yılı kazılarında çıkartılan belgeler, başlıca kurbanları henüz doğmamış ya da yeni doğmuş bebekler olan, Lamastum adlı kadın ifrite karşı yapılmış büyüleri içerir.1948 yılı kazılarında ele geçirilen tabletlerden biri muhtemelen ana kervandan ayrılmış küçük kervandaki insanları bir kara köpeğe karşı korumak için yapılmış büyüyü; oldukça kötü korunmuş bir diğer tablet ise içeriği tam olarak anlaşılmayan, kamış ile ilgili bir büyüyü içerdiği anlatılır. Bir diğer belgede iki adet büyü kayıtlıdır. Bunlardan  ilki, ay tanrısı Sin’in ineğine benzetilen doğum aşamasındaki bir anneye yardımcı olmak amacıyla; diğeri de yeni doğan bebeklerin yakalandığı sarılık hastalığına karşı yapılmıştır. 

“Ey göz, göz! Alulutum göz!”
Başka bir belgenin konusu ise “kötü göz”e karşı yapılmış bir büyüdür. Son olarak henüz  yayınlanmamış belgede, konusu bakımından diğer büyü uygulamalarından farklı iki ayrı büyü kayıtlıdır. Bunlardan ilki bir tencere, diğeri ise “kalp” diye adlandırılan eşya ile ilgilidir. Büyü metinlerinin neredeyse tamamı şiirsel bir üslupla kaleme alınmıştır. Örneğin belgelerden biri, “Ey göz, göz! Alulutum göz! … Gerçekten kötü bir illet! Gerçekten alıp götürülmüş uyku! Titreme! …” diye başlıyor. Bir diğer belgenin ise satır başları şöyledir; “İnek, o bir inek, arahtum, o bir arahtum. Çabucak hamile kalır, çabucak doğurur. Su, onun ağzından çabucak dökülür…”

Bazı araştırmacılar, Kültepe’de bulunan bu büyü metinlerinin “okul belgeleri” olduğunu ifade etmişlerdir. 1948 yılında bulunan  metinlerin okuma-yazma pratiğinde kullanılan örnekler olduğu muhtemel olabilir. Ancak, metinlerin çoğunun profesyonel katiplerin elinden çıktığı ve amacına uygun olarak kullanıldığı da anlaşılmaktadır.  Kültepe’de ele geçirilen az sayıdaki bu büyü uygulamalarının hiçbirinin, Eski Babil kaynaklarında veya sonraki Hitit metinlerinde örnekleri gördüğümüz, bağlama büyüsü ya da kara büyü gibi kötü niyetlerle yapılan büyüler olmadığı görülür... 

4000 yıl önceki adetleri uyguluyoruz
Kültepe’de ortaya çıkarılan çivi yazılı metinlerin büyük çoğunluğunun Asurlulara ait olması sebebiyle, Asurluların sosyal hayatlarına dair daha fazla  bilgiye sahibiz. Ancak yine de Anadolu ve Asur toplumunun evlilik öncesi örf ve adetlerle şekillenen bazı süreçleri hakkında hala net bilgiler mevcut değil. Mesela Eski Babil toplumunda kızın babasının evinden çeyiz getirdiğini ve ölüm, boşanma gibi olumsuz durumlarda çeyizin hukuken korunduğu bilinmekte. Ancak, Eski Asur metinlerinden Anadolu’da  veya Asur’da böyle bir uygulamanın varlığı, çivi yazılı belgelerde tespit edilememiştir. 

Eski Asur Dönemi Asur toplumunda ve Hitit Çağı Anadolu’sunda varlığını bildiğimiz başlık parası uygulamasının, yine bu dönem Anadolu toplumundaki izleri netleşmemiştir. Tüm bunlara karşın Kültepe metinleri, Eski Asur toplumundaki evlilik süreci hakkında bizleri kısmen de olsa bilgilendirmekte ve günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce Eski Asur toplumundaki bazı uygulamaları gönümüzle karşılaştırma imkanı sağlamaktadır. Bu bilgi kırıntıları ışığında Asur toplumunda kızlar küçük yaşlarda, beşik kertmesi de dahil uygulamalarla nişanlanmakta ve damat, kızın babası tarafından belirlenmektedir.  Kız tarafı damada düğün hediyesi vermekte, ayrıca kız tarafınca nişan/düğün yemeği verilmektedir. Bunun yanında  kına gecesi ile ilişkisi kurulabilecek dini motifli başı açma veya saçı yaptırma adeti görülmekte, takı takma uygulamasının varlığı tespit edilmekte... Doğrudan Asurlularla ilgiliymiş gibi görünen bu uygulamaların, tamamen Asur toplumunun kültürel öğeleri mi yoksa Asurlu tüccarların Anadolu’da  uzun seneler yaşamaları ve Anadolu kadınlarıyla evlenmeleri sebebiyle mi benimsedikleri gelenekler oldukları bilinmemektedir. Diğer yandan 4000 yıl önce Anadolu’da görülen toplumsal hayata dair  birtakım adetlerin izlerini günümüzde de takip edebilmekteyiz. 

Kaniş’den Kayseri’ye
Kültepe’nin ne şekilde tarih sayfalarından ayrıldığına gelince uzmanlar ve araştırmacılar bu soruya net şekilde yanıt veremiyor. Zira  Eski Hitit Krallık Çağına ve Hitit İmparatorluk Dönemine ait yerleşim kalıntılarına Kültepe’de rastlanmıyor. Yaklaşık 800 yıl süren bir kesintiden sonra Kültepe’de iskan, Demir Devri kalıntılarıyla devam ediyor. Kültepe 8. yüzyılın sonlarında Asurlular tarafından tahrip edildiği ve hiyeroglifli stellerin, heykellerin yanı sıra kabartmalı taş blokların parçalanmış olduğu varsayılıyor. Bölge, Genç Roma döneminde ise terk edilmiş ve Bizans, Selçuklu, Osmanlı zamanında bir harabe olarak kalmış. Diğer yandan Kayseri’nin resmi kayıtlarına göre bölgenin 17. yüzyıldan itibaren verilen “Karye-i Kınış” adının, bölgenin antik adı olan Kaniş’den geldiği de bir anekdot olarak anlatılıyor.

Kültepe’de büyü metni bulundu



Kültepe’de büyü metni bulundu
Buna karşın yazılı belge bakımından bütün Yakın Doğu’nun en zengin sit alanları içinde gösterilen Kültepe’de, bugüne kadar 23 bine yakın çivi yazılı tablet bulunduğu belirtiliyor. Ancak bu belgelerin çok azı tüccarların ticari aktiviteleri dışındaki  konularda yazılmış. Anlaşma metinleri, vasiyetnameler ve okul metinleri gibi, herhangi bir ticari amaca hizmet etmeyen az sayıdaki tablet gruplarından birisi ise büyü metinleri olarak dikkati çeker. Kültepe’de bugüne kadar, biri henüz yayınlanmamış yedi büyü metni de bulunur. Resmi kazılardan önce keşfedilen ve 1994 yılı kazılarında çıkartılan belgeler, başlıca kurbanları henüz doğmamış ya da yeni doğmuş bebekler olan, Lamastum adlı kadın ifrite karşı yapılmış büyüleri içerir.1948 yılı kazılarında ele geçirilen tabletlerden biri muhtemelen ana kervandan ayrılmış küçük kervandaki insanları bir kara köpeğe karşı korumak için yapılmış büyüyü; oldukça kötü korunmuş bir diğer tablet ise içeriği tam olarak anlaşılmayan, kamış ile ilgili bir büyüyü içerdiği anlatılır. Bir diğer belgede iki adet büyü kayıtlıdır. Bunlardan  ilki, ay tanrısı Sin’in ineğine benzetilen doğum aşamasındaki bir anneye yardımcı olmak amacıyla; diğeri de yeni doğan bebeklerin yakalandığı sarılık hastalığına karşı yapılmıştır.

ESKİ ANADOLU'NUN İLK ULUSLARARASI TİCARET MERKEZİ: KÜLTEPE KANİŞ-KARUMU


ESKİ ANADOLU'NUN İLK ULUSLARARASI TİCARET MERKEZİ: KÜLTEPE KANİŞ-KARUMU



Kaniş Krallığı’nın merkezi ve Anadolu’daki Asur Ticaret Kolonileri sisteminin başşehri olan Kültepe, Kayseri’nin 21 kilometre kuzeydoğusundadır. Erciyes’in (eski Argeus, Harahara, Harki ve Aşkaşipa) eteğinde, bereketli bir ovanın ortasında, Malatya ve Sivas’tan gelen güneydoğu ile Kahramanmaraş ve Adana’dan gelen tarihi ve doğal anayolların birleştiği noktada yer alan Kültepe’nin eski adı Kaniş veya Neşa’dır.
Doğanın sağladığı bu avantaj, onun eski dünya ticaretinde önemini arttırmış ve özellikle Mö 3. binin sonlarında ve 2. binin ilk çeyreğinde Anadolu-Suriye-Mezopotamya arasında parlak bir ticaret ve kültür merkezi olmasını sağlamıştır.
1948 yılından beri yapılan kazılarda, Kültepe’nin ancak 1/50’lik kısmı kazılabilmiş ve bu kazılarda günümüzden 5000 yıl öncesine ait yerleşim tabakalarına kadar inilmiştir.
Kültepe'nin önemi, günümüzden 4000 öncesine tarihlenen Asur Ticaret Kolonileri çağı yerleşiminden gelmektedir. Irak Devletinin sınırları içinde kalan ve başkenti Asur şehrinin olduğu krallığın, ticaret için çok sistemli bir ağ kurduğu ve bu ağın Anadolu'daki merkezinin de Kültepe olduğu bilinmektedir.
Bilindiği gibi tarih, yazıyla başlar. Anadolu insanı, okumayı ve yazmayı ilk kez Kültepe'de öğrenmiştir. Kültepe’yi merkez olarak seçen Asurlu tüccarlar, Anadolu insanına, sadece okumayı yazmayı değil, aynı zamanda devlet kurmayı, bürokrasiyi, protokolü, adalet ve hukuk sistemini de öğretmişlerdir. Zaten bu çağdan sonra, Anadolu'da Hititler, Kültepe'den edindikleri tecrübe ve birikimle, Anadolu topraklarında ilk kez merkezi otoriteyi tesis edecek ve Hitit Devleti’ni kuracaklardır.

Kazı ve araştırma tarihçesi

Kültepe adı, dünya müzelerine ve eski eser pazarlarına dağılan ve “Kapadokya tabletleri” olarak tanımlanan çivi yazılı belgelerin ilk ortaya çıktığı 1871 yılından beri bilinmektedir. Prof. Dr. Tahsin özgüç tarafından 1948 yılında Türk Tarih Kurumu adına başlatılmış olan bilimsel kazılar,  2005 yılında Prof. özgüç’ün vefatına kadar aralıksız olarak sürdürülmüş, 2006 yılından itibaren de başkanlığımda yürütülmektedir.

Kültepe iki bölümden oluşur.

Kaniş/Tepe/Höyük: Etrafındaki ova seviyesinden 21 metre yükseklikteki höyük, yaklaşık 550 metre çapındadır. Burası, Orta Anadolu höyüklerinin en büyüklerinden birisidir. Krallar ve yerel idareciler bu müstahkem Tepe’de ikâmet etmiştir.  

2. Karum/Aşağı Şehir: Asurlular’ın karum-liman olarak adlandırdığı Aşağı Şehir veya  Asur ticaret merkezi, Tepe’yi çevirmektedir. Tüm eski yerleşim alanının Tepe ile beraber çapı 2.5 kilometreyi geçer.  
Kazılar, Tepe’nin uzun ömürlü, Karum’un ise kısa, en çok 300 yıl iskân edilmiş bir alan olduğunu göstermektedir. Yerli halk ve yabancı tüccarlar burada birarada yaşamışlardır.
Kaniş 
Kaniş/Tepe’de sürdürülen kazılarda, beş ayrı kültür çağına ait 18 yapı katı saptanmıştır ve en erken yerleşim yaklaşık olarak günümüzden 5000 yıl öncesine giden Eski Tunç çağı I’e tarihlenmektedir. Ancak, tepedeki küçük sondajlarda, Kalkolitik çağ olarak adlandırılan ve günümüzden 6 bin yıl öncesine kadar giden daha erken döneme ilişkin veriler de saptanmıştır.
Kültepe'nin, en erken dönemlerden itibaren Orta Anadolu'daki önemli merkezlerden birisi olduğu anlaşılmaktadır. Kazılarda bulunan seramik ve mücevherat gibi ithal eserlerden, Kültepe'nin daha Eski Tunç çağı'ndan itibaren Suriye ve Mezopotamya, Kilikya ve Güneybatı Anadolu ile ticari ve kültürel ilişkiler içinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu ilişkiler, özellikle Mö III. Binyılın ikinci yarısından itibaren ivme kazanmıştır. Bu dönemde Kaniş'te dini ve idari nitelikli anıtsal yapılar inşa edilmiştir. Keşfedilen yerli seramiğin yanında, ithal seramikler, silindir mühürler, kıymetli maden-taş objeler, Kültepe’nin Akad (Mö 2334-2193), Post-Akad-III Ur (Mö 2192-2112) çağlarında bir taraftan Kuzey Suriye-Mezopotamya, diğer taraftan Truva ile sıkı bağlar içinde olduğunu kanıtlamaktadır.

Asur Ticaret Kolonileri çağı'nda Kültepe

Eski Tunç çağı'nın ikinci yarısında Mezopotamya ve Suriye ile başlayan ticari ve kültürel ilişkiler, Mö II. Binyılın başlarında iyice kuvvetlenir ve sistematik bir hale gelir. Asur Krallığının ve Asur Şehir Meclisi ve Kralı'nın kontrolündeki ticaretin Anadolu'daki merkezi Kültepe'dir. Esası maden ve tekstil ticareti üzerine kurulu ticaret düzeninde, Anadolu'da bulunmayan kalay, gümüş-altın karşılığında Anadolu halkına satılmıştır. Hammadde olarak alınan yün de, "Babil modası"na uygun olarak Asur'da dokutulup, Anadolu insanına yine gümüş ve altın karşılığında verilmiştir.
Asur'dan Kültepe'ye getirilen mallar, Anadolu içlerine kadar dağıtılmıştır. Alım-satımı yapılacak mallar ve bunların fiyatları, gümrük işlemleri ve ödenecek vergiler, saray memurlarının satın alacakları mallar ve karşılığında ödeyecekleri miktarlar, tüccarların güvenliğinin sağlanması gibi her türlü hak ve sorumluluklar Asur ile yerel krallıklar arasında yapılan antlaşmalarla tespit edilmiştir. Anadolu ile Mezopotamya arasında gerçekleştirilen ticaretin temeli karşılıklı kazanç ilkesine dayanmaktadır. Ancak bölgedeki ticarette Asurlular’ın kazancının Anadolular’a göre çok daha fazla olduğu anlaşılmaktadır. 
Kültepe'de Asur Ticaret Kolonileri çağı’nı, Tepe'deki 8.-6. tabakalar ve bunların karum alanındaki çağdaşları olan II. ve Ib olarak isimlendirilmiş şehirler temsil eder. Yazılı belgelere ve arkeolojik buluntulara göre II. kat Mö 1920-1835; Ib ise Mö 1830-1720 yılları arasına tarihlenir. 1b katının üzerine kurulmuş 1a şehrinin en azından bir nesil devam ettiğine şüphe yoktur.
Tepe'de bu çağa ait 3 saray ve iki tapınak keşfedilmiştir. Bu saraylar yalnız ikamete tahsis edilmemiş, aynı zamanda birer depo/kervansaray olarak kullanılmıştır. Tüccarların Kültepe’ye dışarıdan getirdikleri mallar, doğrudan doğruya saraya götürülmüş ve vergi işlemi tamamlanana kadar kira karşılığında orada depolanmış/muhafaza edilmiştir. Onların bu önemli fonksiyonu, yapıların planlarını da etkilemiştir.
  Adlarını bildiğimiz beş Kaniş Kralı, sitadelde 7. katta inşa edilmiş büyük sarayda oturmuşlardır. Şiddetli bir yangınla tahrip edilmiş olan bu anıtsal yapının enkazında bulunan ve Maraş civarına lokalize edilen Mama Kralı Anum-hirbi’nin Kaniş’e gönderdiği bir mektubu içeren tabletten edinilen bilgilere göre bu saray, Kaniş kralı İnar’ın oğlu Warşama’ya aittir. Ayrıca, Kaniş’i zapteden Kuşşara Kralları Pithana ile oğlu Anitta’nın da bu sarayda hüküm sürdükleri anlaşılmıştır. Tabanı taş döşeli merkezi bir avluyu çeviren oda ve salonlardan oluşan bu saray, çağdaşı Eski Babil saraylarından etkilenerek inşa edilmiştir. Bu döneme kadar elde edilen kültür birikimi sonucunda ve bu dönemi takip eden zaman içinde, Orta Anadolu’da ilk kez merkezi bir otorite tesis edilecek, Anadolu’nun ilk devleti olan Hitit Devleti kurulacaktır.
İlk Hitit kralı olarak da bilinen Kral Anitta “Anitta metninde“, Kültepe’yi zaptettikten sonra, onu tahkim ettirdiğini, mabetler yaptırdığını belirtir. Gerçekten de, Tepe’nin batı kesiminde, 7. katta, aynı tekniğe ve plana göre inşa ettirdiği mabetlerden ikisi kazılarda açığa çıkarılmıştır. Kazılar sırasında, mabetlerin hemen yanında 2 ton ağırlığında işlenmemiş obsidyenin depo edildiği, dikdörtgen planlı bir yapı açığa çıkarılmıştır. Kutsal alandaki bu yapı, mabetlere veya saraya ait resmi bir depo binası olmalıdır. Salonun tabanında, üzerinde “é.gal A-ni-ta ru-ba-im” (Kral Anitta’nın sarayı) yazılı tunç bir mızrak ucu keşfedilmiştir. Bu mızrak ucu, Kral Anitta’nın tarihi kişiliğini kanıtlayan ilk orijinal belgedir.
Kültepe, Asur Ticaret Kolonileri çağı'nın sona ermesinden sonra, yaklaşık 800 yıl boyunca Demir çağı'na kadar iskan edilmiz. Demir çağı'nda veya Geç Hitit çağı'nda tepede inşa edildiği anlaşılan kabartmalı ortostadlarla süslü büyük binanın Asurlular tarafından tahrip edildiği, tasvirli blokların parçalandığı anlaşılmıştır. Kazılarda, hiyeroglifli stelin, tanrı, karışık varlık kabartmalarının ve arslan heykelinin küçük parçalarının daha sonra inşa edilen duvarlarda yeniden kullanılmış olduğu görülmüştür. Bu çağda Kültepe, büyük Tabal ülkesine bağlı prensliklerden birinin merkezi olmalıdır. Şehir Mö 10-8. yüzyıl arasında güçlü varlığını korumuştur.
Höyük’teki son iki kültür dönemini Helenistik ve Roma çağları temsil eder. Kültepe, bu çağlarda Kayseri’nin gölgesinde kalmış küçük, fakat müstahkem bir şehirdir. Helenistik çağ'a ait bezekli bir vazodaki atla panter avı sahnesi, Anadolu’da tek bir örnek olması açısından büyük önem taşımaktadır. Kültepe, Geç Roma çağının son safhasında terk edilmiş ve bir daha yerleşim alanı olmamıştır. Roma-Helenistik çağlarında Karum’un doğu kesimi mezarlık olarak kullanılmıştır.
Tepe’de ve Karum’da keşfedilen buluntulardan, Kültepe’deki yerleşimin MS 13. yüzyıla kadar devam ettiği anlaşılmaktadır. Karum’da satıh toprağının altında bulunan Selçuklu Sultanı II. Keyhüsrev’e (öl. 1211) ait bir sikke, Kültepe’de hem Kaniş hem de Karum alanında tespit edilen en geç dönem kalıntı ve buluntuların Selçuklu dönemine ait olduğuna işaret eder .

BULUNAN TABLETLERDEN öRNEK METİNLER

KAçAKçILIK:

Kaçakçılık ve benzeri suçlardan dolayı Asurluların hapse atıldıklarını biliyoruz. Mesela kaçakçılık yapmakla itham edilen tanınmış tüccar Puşu-ken ve yerel bir kralla aralarındaki ticarî bir meseleden dolayı anlaşmazlık çıkan Bazia adlı Asurlu hapse atılmıştır. Bazia bir mektubunda 10 aydan beri hapishanede yatmakta olduğunu belirterek, muhatabından, karumun kendisini kurtarması için krala bir elçi göndermesini rica etmektedir.
Kültepe tabletlerinde hapishane karşılığında kullanılan kelime kişerşum'dur. Metinlerde "hapishaneye atmak, hapishaneye girmek ve hapishanede kalmak" tabirleri geçmektedir. Açıkça anlaşıldığı üzere, daha tarihi devirlere girmeden önce Anadolu'da hapishaneler bulunuyordu. Bu da Eski Anadolu toplumunda, medeni toplumlara has, suçlunun hapishaneye konularak cezalandırılması anlayışının bulunduğunu göstermektedir.

BORÇ MUKAVELESİ

16 šeqel gümüşle ilgili, hafta ve sene tarihlemesi yapılmış bir borç mukavelesidir. Faiz oranı % 30 olarak belirlenen belgede alacaklı kimse “tüccar” olarak kaydedilmiştir. Tablette adı geçen her iki taraf ve şahitler Asurludur. Belge Eski Asur kralı II. Puzur-Aššur’un 5. hâkimiyet yılında düzenlenmiştir.
Tercüme: Kanaya’nın oğlu Adad-bani’nin mührü, Abubu’nun oğlu Enna-Su’en’in mührü, Lalum’un oğlu Dadaya’nın mührü. 16 šeqel saflaştırılmış gümüş Dadaya’nın üzerinden tüccar alacaklıdır. Elali’nin oğlu İnnaya’nın haftasından itibaren, 1 minaya ayda 1 1/2 šeqel (faiz) ilave edcek. ?ip’um ayı, İli-binanni’nin oğlu Aššur-nada’nın senesi. İster Asur’da ister Anadolu’da, nerede görüşürlerse, gümüşü ve faizini tartacak.

EV SATIŞI

Ev satışıyla ilgili düzenlenmiş bir mukaveledir. Evin satışından sonra ev üzerinde herhangi bir itiraz olması durumunda evi satanların sorunu çözecekleri ve 10 mina gümüş ödeyecekleri kaydedilmiştir.
Tercüme: Ašiaši, Kula, Gawa, Hanu, Walhašna ve Tunuman, Hašui; bu adamlar (ile) Ab-šalim’in tüccarı ve Ab-šalim evi sattılar ve (evi) Šalma-Aššur’un adına Puzur-Aššur ve Ennum-Aššur satın aldılar. Eğer ev üzerinde birisi hak iddia ederse, bu adamlar ve Ab-šalim (hesabı) temizleyecekler ve 10 mina gümüş tartacaklar. Adudu’nun oğlu Lulu’nun huzurunda, Dudubiala’nın oğlu Talia’nın huzurunda. 

KöLE SATIŞI

Anadolulu şahıslar arasında düzenlenmiş bir köle satış belgesidir. Tarmana İnar'ı, abisi ve annesinden 1/2 mina 7 1/2 šeqel gümüş karşılığında köle olarak satın almıştır. İnar'ın, Tarmana'nın evinde kötü muameleye maruz kalması durumunda, abisi ve annnesinin parayı iade ederek çocuğu geri alacakları hükme bağlanmıştır.
Tercüme: Tarmana İnar’ın fiyatı (olan) 1/2 mina 7 1/2 šeqel gümüşü onun (İnar’ın) büyük abisi Hašui’ye ve onun annesi Tarmana’ya tarttı ve onu satın aldı. Eğer Tarmana’nın evinde İnar’a iyi davranılmazsa (İnar orada memnun olmazsa) İnar Tarmana’ya 1/2 mina 7 1/2 šeqel gümüşü iade edecek ve (istediği yere) gidecek. Eğer ona iyi davranılırsa (memnun olursa) İnar Tarmana’nın kölesidir. Şahit Šipunahšuš, şahit köpekler âmiri Arnuman.

BORç öDEME

Külteppe'li kadın tüccar Madawada; Tamuria, Talia ve karısı Iatalka'dan 1 mina (yak. 1/2 kg) gümüş, yarısı arpa ve diğer yarısı buğday olmak üzere 30 çuval tahıl ve 60 ekmek alacaklıdır.
(Bu senet) Enna-Suen'in görev yılını takip eden sene, Sarratum (Şubat) ayı(nda),Ikuppia'dan sonra gelen Kaşşum görevlisinin haftasında (düzenlenmiştir); (borçlular borçlarını) tahılı orak tutma zamanına kadar vereceklerdir. Gümüşü ise hasat zamanına kadar tartacaklardır (ödeyeceklerdir). Eğer tartmazlarsa 1 minaya, 1/2 mina daha (gecikme faizi) ilave edeceklerdir.
Gümüş onların sağ olanlarının başlarında bağlanmıştır (borç ailenin sağ üyelerini de bağlar).  (Tahılı) Madawada'nın ölçü kabı ile ölçeceklerdir.

NAFAKA

İrad-Kubi'nin karısı Muati'den boşanması üzerine düzenlenmiş bir mukaveledir. İrad-Kubi boşanma parası, yani nafaka olarak karısına 15 šeqel gümüş vermiştir. Tarafların birbirine itiraz etmeleri durumunda 5 mina gümüş ödeyeceği ve öldürüleceği de kaydedilmiştir.
Tercüme: Happuala’nın mührü, Kubabad rahibi Peru’aššu’nun mührü, onun oğlu İlalianta rahibi Tarhiš’in mührü. İrad-Kubi (ve) Muati, koca ve karı, boşandılar. O (İrad-Kubi) onun (Muati) boşanma parası (nafaksı) olarak ona 15 šeqel gümüş verdi (ve) onlar boşandılar. Bir taraf fiğer tarafa itiraz etmeyecek. İtiraz eden 5 mina gümüş verecek ve onu öldürecekler. Kral Zuzu’nun ve rabi simmiltim İštar-ipra’nın hakimiyetinde. Lili[…]’nin cezası.
Prof. Dr. FİKRİ KULAKOĞLU
Ankara üniv.Dil Tar.ve Coğrafya
Fakültesi öğretim üyesi

Kilikya Tarihi

Kilikya Ovası ile ilgili görsel sonucu

Kilikya Ovası ile tarihi bilgileri M.Ö. 2. binyıla tarihlenen kaynaklardan almaktayız. Bu kaynaklarda ›Kawa Ülkesinden‹ bahsedilmektedir. Orta Tunç Çağı'nın sonlarında (yaklaşık M.Ö. 1600'lerde) Hurri dili ve dini Kilikya'da yayılmıştı ve Hitit dili ile akraba olan Luvi Dili ile karışmıştı.


Kilikya Ovası her dönemde Anadolu Platosu, Kıbrıs ve Suriye üzerinden, Mezopotamya ve Mısır ile önemli ilişkilere sahipti. Bölgenin bu özelliği Kalkolitik Dönem‘den itibaren buluntulara yansımaktadır. Kalkolitik Dönem‘de bölgede bulunan seramik buluntuları, kuzey Suriye ve kuzey Mezopotamya‘yla benzerlik göstermekle beraber Orta Anadolu ile ilişkilidir. Bir kuzey Mezopotamya kültürü olan ‘Halaf Kültürü‘ ve onu takip eden ‘Ubaid Kültürü‘ Kilikya Bölgesi‘nde görülmektedir. Bölgenin doğusunda bulunan Amik Ovasını Amanus Dağları Kilikya‘dan ayırır. Ancak, bu bölge ile özellikle Amik E ve F evrelerinde yakın bağların olduğu tespit edilmiştir.
Kilikya Ovası ile tarihi bilgileri M.Ö. 2. binyıla tarihlenen kaynaklardan almaktayız. Bu kaynaklarda ›Kawa Ülkesinden‹ bahsedilmektedir. Orta Tunç Çağı‘nın sonlarında (yaklaşık M.Ö. 1600‘lerde) Hurri dili ve dini Kilikya‘da yayılmıştı ve Hitit dili ile akraba olan Luvi Dili ile karışmıştı. M.Ö. 2. binin ortalarında ortaya çıkan Kizzuwatna Krallığı bölgeye hakim olur ve M.Ö. 1350‘lerde Hitit İmparatorluğu‘na dahil olana kadar, Hitit ve bir Hurri krallığı olan Mitanni arasında bağımsız bir krallık olarak karşımıza çıkar. Yazılı kaynaklardan birçok kralın ismi bilinmektedir. Hitit kültür ve politik tarihinde Kizzuwatna önemli bir konuma sahiptir: bölge, Suriye ile ilişkileri sağlayarak ticarete katkıda bulunuyordu ve aynı zamanda stratejik açıdan önem kazanıyordu. Kizzuwatna Hitit İmparatorluğu‘nu kültürel ve özellikle dini anlamda etkilemiştir. Geç Tunç Çağı sonunda, Kizzuwatna Krallığı, diğer krallıklarla birlikte ortadan kalkar. Onun yerine M.Ö. 1. binde küçük krallıklar olan, Adana‘nın kuzeyinde Toroslarda Hilakku ve Kilikya Ovası‘nda Que, Qawa ortaya çıkar. Bu krallıklar Torosların kuzeyindeki Tabal‘da ve kuzey Suriye‘deki Geç Hitit krallıkları ile ilişki içindeydiler. Zamanla Asur Devleti‘nin baskısı artar ve bu krallıklar Asur Devleti‘ne bağlanırlar.
Azatiwaya‘da (Karatepe) bulunan, M.Ö. 8. yy.‘a tarihlenen ve o dönemde yaşı küçük olan kral Awarik‘in koruyucusu olan Azatiwadas‘ın yazıtında, krallığın ismi ‘mq‘dn, ›Adana Ovası‹ olarak ve Awarik ise bt mpš ›Mopsos‘un evinden‹ mlk dnym ›Danaoların Kralı‹ olarak geçmektedir. Fenike dilinde MP ve Luvi dilinde Muksa olarak adı geçen Mopsos, M.Ö. 12. yy.‘a tarihlenen Grek kaynaklarına göre Pamphylia‘da ve Kilikya‘da krallık yapmıştır ve daha sonra ise Tarhuntassa kralı olması olasıdır. Mopsos, ismini ovalık Kilikya‘daki birçok yerleşime vermiştir (Ör. Mopsuhestia). Karatepe yazıtlarında ismi geçen Awarik/Warikas (Asur dilinde Urikki/Urik), Asur kralı III. Tiglat-Pileser‘in çağdaşıdır ve Çineköy heykelinin üzerindeki yazıtta ülkesinin isminin Hiyawa olduğunu belirtir. Bu yer adı, etimolojik olarak Asur dilindeki Qawe/Quwe/Que ve Geç Babil dilindeki Hume ile bağlantılıdır. Eğer, Cebelires Dağı‘ndaki Pihala‘as (Pellas) yazıtında ismi geçen Urikku, Awarik ile özdeşleştirilirse, Que‘nin nüfuzunun Alanya Bölgesi‘nde kadar ulaştığı öne sürülebilir. Que, III. Tiglat-Pileser (M.Ö. 744–727) döneminden itibaren Asur Devleti‘nin baskısı gittikçe artar ve V. Salmanasar (M.Ö. 726–722) döneminde krallık Asur devletinin bir parçası olur. Zaman zaman isyanların çıkmasına rağmen, bölge önceleri Asur Devleti‘nin ve daha sonra ise Babil Devleti‘nin bir parçası olarak kalır. Pers Dönemi‘nde, olasılıkla Hilakku‘lu Syènnesis sülalesi – Luvi dilinde suwanassa kelimesinden geldiği düşünülen ve ›köpeğe ait‹ anlamına gelen bu isim, Klasik Dönem metinlerinde yanlış yorumlanarak bir ünvan olarak değil de, bir kişi ismi olarak karşımıza çıkar ve komşu Hilakku ile birlikte, daha geç dönemlerde ›Dağlık Kilikya‹ olarak adlandırılan Ura‘nın batısı (=Seleukeia, Silifke)ile birlikte bir eyalet haline getirilir. Büyük bir olasılıkla, bu dönemden itibaren, coğrafi ve morfolojik açıdan birbirlerinden çok farklı olan bu iki bölge için de ›Kilikya‹ ismi kullanılmaya başlanmıştır. Helenistik Dönemde, Seleukoslar ve Ptolemaioslar Kilikya için savaşmışlardır. Seleukia am Kalykadnos, Aigeai ve Arsinoe kentleri ile büyük bir olasılıkla Olba, bağımsız kentler olarak yeniden iskan edilmişlerdir. Pompeius Dönemi‘nde, bir Roma eyaleti olan Ovalık Kilikya, yerel deniz korsanlarından alınır. Ancak, bölgeden, önceleri yerel bir kral olan Tarkondimotos sorumlu olur. M.Ö. 51/50 yıllarında Cicero bölgeyi, Tarsus‘tan yönetir. Roma Dönemi‘nden sonra, Kilikya, Bizans İmparatorluğu‘nun ve Emevi ve Abbasi Hailfeliklerinin kontrolu altına girer. Orta Çağ‘da 1078 ve 1375 arasında ise bölgede, Küçük Ermeni Krallığı hüküm sürer.


Bu bölgedeki önemli iki kentin, Adaniya (bugün Adana) ve Tarsa (Tarsus) kentlerinin yerlerinin belirlenmesine rağmen, Hitit yazılı kaynaklarından bildiğimiz Kummani ve Lawazantiya kült kentlerinin bugünkü yerleri kesinlik kazanmamıştır. İsim benzerliğinden dolayı bilim insanları Kummanni‘yi ,Klasik Çağ kaynaklarında ismi geçen Comana Cataoniae ile eşleştirmekte ve bundan dolayı Kummanni‘nin bugünkü Şar olduğu öne sürülmektedir. Bu veriler, Kizzuwatna‘nın kuzeyde daha geniş bir alana sahip olduğunu göstermektedir. Ancak, coğrafi isimlerin farklı coğrafyalara yayılabildiğini biliyoruz. Karadeniz Bölgesi‘nde Comana isimli başka bir kent daha bulunmakta ve bu nedenle Kummanni‘nin Comana Cataoniae ile eşleştirilmesini zorlaştırmaktadır. Yakın zamanda M.-C. Trémouille, Kummanni kentini, bu önerinin daha güneyine, Kilikya Ovası‘nın doğusuna yerleştirmiştir. Kummanni‘nin Boz Höyük ve Lawazantiya‘nın Amanus Dağları‘nın batı yamacında, Bodrum Kalesi yakınlarındaki Klasik Dönem yerleşmesi olan Castabala Hierapolis olduğuna işaret etmiştir. Bu görüş, Geç Asur Dönemi‘nde III. Salmanassar‘in seferlerini anlatan kaynaklarla uyumludur: M.Ö. 839 yılında Que‘ye ilk sefer düzenlenmiştir. Unqi/Pattina‘dan gelerek Amanus Dağlarını geçtikten sonra, üç kenti, Lusanda, Abarni ve Kisuatni‘yi ele geçirip, Pahri‘nin kralı Katê‘yi vergiye bağlamıştır. Bu sefer sadece Que‘nin doğusuna yapılmış ve bundan dolayı da Adana ve Tarsa‘ya karşı herhangi bir saldırı olmamıştır (bkz. Kilikya Tarihi, harita). Salmanassar seferlerinde ismi geçen Kisuatni ve Lusanda kentleri, büyük bir olasılıkla Hitit kentleri, Hitit İmparatorluk Çağı‘nda Kizzuwatna kenti olarak adlandırılan Kummani ve Lawazantiya ile özdeştir. Aşk tanrıçası Šawuška‘nın kenti La(hu)wazantiya, Eski Asur metinlerinde Luhuzantiya, Hitit metinlerinde Lawazantiya (ya da Lahuwazantiya, Lauwazantiya veya Lahuzzandiya), Ugarit metinlerinde Lwsnd ve Geç Asur yıllıklarında Lusanda olarak geçmektedir. Bu kent aynı zamanda, Hitit kraliçesi Puduhepa‘nın kentiydi ve babası Bentip-šarri bu kentte rahiplik yapmaktaydı. Yakın zamanda, Olivier Casabonne, Lawazantiya‘nın Sirkeli Höyük olabileceğine işaret etmiştir. Misis‘in 5km doğusunda ve Sirkeli Höyük‘ün 4km güneybatısındaki Kızıldere‘de, Misis Dağlarının yamacında bulunan, M.S. 5. ve 6. yy.‘lara tarihlenen yazıt, batıda Kirkoteis ve doğuda Lôandos arasındaki sınırı gösterir. Lôandos, Lawazantiya=Lusanda ile aynı kenttir. Geç Antik Dönem‘e tarihlenen Grekçe yazıt (sağda) ve yazıtta adı geçen bölgelerin tahmini konumu (solda).

Kiilikya Ovası‘nda çok sayıda höyük bulunmasına rağmen, son yıllara kadar sadece az sayıda kazı çalışması yürütülmüştür. Tarsus-Gözlükule, Mersin-Yumuktepe ve Karatepe bunlara örnek gösterilebilir. Bu kazıların çoğu 30‘lu ve 50‘li yıllarda yapılmıştır. Ancak 90‘lı yıllardan itibaren Kilikya Bölgesinde tekrar kazılar ve yüzey araştırmaları yürütülmeye başlanmıştır. Arkeolojik çalışmalar, bölgenin kültürel ve tarihi gelişimi hakkında bilgi verse de, Yakın Doğu kültürleri hakkında sahip olduğumuz bilgilerle karşılaştırılamaz. Kilikya Bölgesi‘nin coğrafi konumundan dolayı, bölgenin izole bir yapıya sahip olduğu öne sürüldü. Ancak, bölgenin, özellikle de Kilikya Ovası‘nın hem Tunç hem de Demir Çağı‘nda Kuzey Suriye, Kıbrıs ve İç Anadolu kültürleri arasındaki ilişkilerde aracı konumunda önemli bir göreve sahip olduğu açıktır. Kilikya ile diğer bölgeler arasındaki kültürel ilişkiler farklı dönemlerde farklı bir gelişim gösterir. İlk Tunç Çağı‘nın başında Kilikya kültürü Orta Anadolu kültürleriyle ilişkilendirilebilirken, dönemin sonuna doğru kuzey Suriye kültürüne daha yakın bir hale gelir. Bu durum Orta Tunç Çağı‘nda da devam eder. Geç Tunç Çağı‘nda ise Anadolu‘nun kültürel etkisi artar. Demir Çağı‘nda Kıbrıs seramiklerinin Kilikya Bölgesi‘nde çok yaygın olması, burada bir koine olabileceğini akla getirir. Kilikya Bölgesi hakkındaki tarihi bilgiler, yazılı kaynakların az olmasından dolayı kısıtlıdır. Tunç Çağı‘nda hemen hemen hiçbir belgeye sahip değiliz. Demir Çağı‘nda ise, sadece çok kısa bir süre içinde, M.Ö. 8. yy.‘da belgeler bulunmuştur. Burada, az miktarda yazılı belgenin olmasına ve diğer bölgelerde Kilikya ile ilgili M.Ö. 2. ve 1. bin yıllarda sayıca fazla ele geçen belgelere dayanarak, bu eksikliğin kazıların az olmasından kaynaklandığı açıktır.

.

Harran


Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve açık hava

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, açık hava ve doğa

Harran


Şanlıurfa’nın 44 km. güney doğusunda bulunan ve her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen tarihi kent Harran , kendi adıyla anılan Ova’nın merkezinde kurulmuştur.
Tevrat’ta “Haran” olarak geçen yerin burası olduğu söylenir. İslam tarihçileri kentin kuruluşunu Nuh Peygamber’in torunlarından Kaynan’a veya İbrahim Peygamber’in kardeşi “Aran”a (Haran) bağlarlar. XIII.yy tarihçilerinden İbni Şeddad, Hz. İbrahim’in Filistin’e gitmeden önce bu şehirde oturduğunu, bu nedenle Harran’a Hz. İbrahim’in şehri de denildiğini, Harran’da İbrahim Peygamber’in evinin, adını taşıyan bir mescidin, O’nun otururken yaslandığı bir taşın var olduğunu yazmaktadır.
Harran tarihiyle ilgili en doğru bilgiler arkeolojik kazılardan elde edilen buluntulara dayanmaktadır. Harran adına ilk defa, Kültepe ve Mari’de bulunan M.Ö.II. bin başlarına ait çivi yazılı tabletlerde “Har-ra-na” veya “Ha-ra-na” şeklinde rastlanmaktadır. Kuzey Suriye’de Ebla’da bulunan tabletlerde ise Harran’dan “Ha-ra-an” olarak bahsedilmektedir. M.Ö.II. binin ortalarına ait Hitit tabletlerinde, Hititlerle Mitannilerarasında yapılan bir antlaşmaya Harran’daki Ay Tanrısı’nın (Sin) ve Güneş Tanrısının (Şamaş) şahit tutulduğu belirtilmektedir.
Tüm bu tarihi belgelerden anlaşıldığı kadarıyla, Harran adı 4000 yıldan beri değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Harran adı, Sümerce ve Akatça “Seyahat-Kervan” anlamına gelen “Haran-u” dan gelmektedir. Bazı kaynaklar bu kelimenin “kesişen yollar” veya “şiddetli sıcak” anlamına geldiğini de kaydetmektedirler.

Hacılar domuzu / yaban domuzu şekilli büst kabı, seviye 6 (yaklaşık 6600-6000 BCE)

Fotoğraf açıklaması yok.

Hacılar domuzu / yaban domuzu şekilli büst kabı, seviye 6 (yaklaşık 6600-6000 BCE)

Naxos, Delphi Arkeoloji Müzesi'nde Naxians da Sfenks'

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi

Naxos, şimdi Delphi Arkeoloji Müzesi'nde Naxians da Sfenks'in, Sfenksi bir sfenksin devasa 2,22 metre yüksekliğindeki mermer heykel, etkileyici tüyler oluşan bir kadının kafası, göğüs ve kanatları olan bir efsanevi bir yaratıktır bir av kuşu yukarı doğru döndü ve bir dişi aslan gövdesi. Sfenks ilk İon başkentlerinden birinde sonuçlandı 10 metre sütun üzerinde durdu ve Delphi Apollon Tapınağı, Antik Yunan dini merkezi yanında dikildi 560 M.Ö..

Adak köpek heykelciği, Larsa'dan (1894-1866 BC) kralı.

Fotoğraf açıklaması yok.

Sumu-El yaşam için' tanrıça Ninisina e Lagaş bir hekim tarafından adanmış Adak köpek heykelciği, Larsa'dan (1894-1866 BC) kralı. Steatitten yapılmıştır MÖ 2. binyılda, hiç Tarihler.

Nezaket ve halen Marie-Lan Nguyen tarafından çekilen Louvre, Fransa. Fotoğraf bulunan

Mardin'de 11 bin yıllık tapınak bulundu

Mardin'de 11 bin yıllık tapınak bulundu

Fotoğraf: Halil İbrahim Sincar/AA

Mardin'de 11 bin yıllık tapınak bulundu


Mardin'in Dargeçit ilçesinin Ilısu Mahallesi'ndeki Boncuklu Tarla'da yürütülen kazı çalışmasında 11 bin 300 yıllık olduğu tahmin edilen tapınak ortaya çıkarıldı.

Mardin'in Dargeçit ilçesinde 11 bin 300 yıllık olduğu tahmin edilen tapınak bulundu.
Tarih boyunca Sümer, Akad, Babil, Hitit, Asur, Urartu, Roma, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı'nın da aralarında yer aldığı 25 medeniyete ev sahipliği yapan Mardin'in Dargeçit içesinde, 4 steli bulunan neolitik döneme ait tapınak gün yüzüne çıkarıldı.
Kırsal Ilısu Mahallesi'nde "Ilısu Barajı ve HES Projesi Etkileşim Alanında Kalan Kültür Varlıklarının Belgelenmesi ve Kurtarılmasına Yönelik Çalışmalar" kapsamında Mardin Müze Müdürlüğünce 2012 yılında başlatılan arkeolojik kazı çalışması devam ediyor. 

"4 stelden 3'ü günümüze kadar korunabilmiş"

Boncuklu Tarla Kazılarının bilimsel danışmanlığını yürüten Mardin Artuklu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Ergül Kodaş, AA muhabirine, Kocaeli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ayşe Tuba Ökse başkanlığındaki kazı çalışmalarının titizlikle yürütüldüğünü söyledi.
Neolitik döneme ait, temeli moloz taşlarla örülü duvarlar ve sertleştirilmiş kil tabanları olan yapının açığa çıkarıldığı alanda Göbeklitepe ile aynı döneme ait bir de tapınak ortaya çıkarıldığını dile getiren Kodaş, "Yapılan analizlere göre tapınak 4 stele sahip. Yaklaşık 11 bin 300 yıllık olduğunu düşünüyoruz. Kazı çalışmaları devam ediyor ama stelleri net bir şekilde açığa çıkardık. Ortaya çıkardığımız 4 stelden biri kırık ama diğer 3'ü o gün olduğu gibi hala günümüze kadar korunabilmiş." dedi.

"Göbeklitepe ile benzer özellikler taşıyor"

Kodaş, taş duvara sahip tapınağın küçük taşlar ve çamur harçla örüldüğünü aktararak binanın tabanına henüz ulaşmadıklarını, bir aylık süreçte ulaşmayı hedeflediklerini anlattı. 
4 stel üzerinde herhangi bir figüratife rastlanmadığına işaret eden Kodaş, "Neolitik döneme ait 80 metrekare büyüklüğündeki tapınak Göbeklitepe ile benzer özellikler taşıyor." dedi.

"Tapınak bulunduğunu duyunca heyecanlandık"

Dargeçit ilçesinde yaşayan Enez Özmen, tapınak bulunmasından mutluluk duyduklarını belirtti. "Tapınak bulunduğunu duyunca heyecanlandık. Buranın da Göbeklitepe gibi ilgi görmesini bekliyoruz." diyen Özmen, tapınak sayesinde ilçeye çok sayıda turist gelmesini beklediklerini sözlerine ekledi. 

26 Ekim 2019 Cumartesi

Geleneksel Kıyafetleriyle Başkurt Kızı

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ayakta ve yakın çekim
Geleneksel Kıyafetleriyle Başkurt Kızı 
Başkurdistan Cumhuriyeti, ya da Başkiriya, ya da resmî adıyla Başkurtistan Cumhuriyeti, Rusya'ya bağlı federe bir Türk cumhuriyetidir. 11 Ekim 1990 tarihinde özerkliğine kavuşmuştur. Başkurtların anadili olan Başkurtça, Tatarca'ya yakın olup hemen hemen bu Türkî dille aynıdır.

Mersin’de 7.000 Yıllık Kale Duvarı Ortaya Çıktı



Mersin’de 7.000 Yıllık Kale Duvarı Ortaya Çıktı


Mersin’deki Yumuktepe Höyüğünde, Kalkolitik dönemde kesme taşlarla yapılmış 7.000 yıllık ve 7 metrelik kale duvarı ortaya çıkarıldı.
1,5 metre kireç taşından destek duvarı, 2 metre kesilmiş taşlardan duvar ve 3 metre kerpiç duvarla toplam 7 metre yüksekliğinde sur duvarı.

Mersin’de, geçmişi 9.000 yıl öncesine dayanan Yumuktepe Höyüğündeki arkeolojik kazılar, Prof. Dr. Isabella Caneva başkanlığında bu yıl üç ayrı noktada gerçekleştirildi.
Kazı Başkanı Prof. Dr. Isabella Caneva, 9.000 yıl öncesinde Neolitik dönemde kesintisiz yerleşim yeri olarak kullanılma özelliğiyle önemli bir yere sahip olan höyükte, bu yılki buluntulara ilişkin açıklama yaptı.

Her yıl büyük bir tarih mozaiğinden parçalar bulduklarını belirten Prof. Dr. Caneva, “Fakat bu sene hem Neolitik hem Kalkolitik dönem için çarpıcı sonuçlar çıktı. Neolitik dönemde belli bir şekilde evlerin şekli ortaya çıktı, ki 1.000 sene boyunca sürekli üst üste evler yapıldığını gördük. Bu daha önce bilinmiyordu. Kalkolitik dönemde ise çok yeni ve çok gösterişli bir buluntu var.” dedi.
Sur duvarı günümüzden 7.000 yıl öncesine tarihleniyor.
7.000 yıllık sur duvarı ortaya çıktı
Yumuktepe’de 16. Tabaka olarak bilinen tabakada yeni buluntunun heyecanını yaşadığını belirten Caneva,
“Çok önemli bir tabaka, çünkü eski kazılardan bu yana bu tabakada özel bir mimari olduğu biliniyor. Burada bir kale olduğunu biliyorduk ama gösteremiyorduk. Bulduğumuz kale duvarı ile burada bir kale olduğunu şimdi gösterebiliriz artık. 7 metrelik bir sur duvarını ortaya çıkardık. Değişik malzemelerle yapılmış bir kale duvarı. En altta kireç taşları ile yapılmış bir destek duvarı, üstünde daha ince ve iyi kesilmiş taşlarla yapılmış bir duvar ve en üstte kerpiçle yapılmış bir duvar. Burada bilgi var. Tam mimari bilgilerle yapılmış bir duvar, herhangi bir duvar değil. Bu, MÖ 5.000, yani günümüzden 7.000 yıl önce yapılmış bir duvar.”
Kireçtaşı, kesme taş ve kerpiçten yapılmış
Höyükte, MÖ 5.000 yılında bir kale oluşturulduğunun geçmiş dönemlerde yapılan kazılardan bilindiğini belirten Caneva,
“Ama sadece kerpiç üst duvarı ve altında küçük bir su basmanı biliniyordu. Biz de kazılarımızda aynı şekilde bir kale duvarı bulmuştuk. Ama bu yıl bu duvarın daha aşağıya inebileceğini düşünerek, 80 santimetrelik su basmanından aşağıya doğru kazmaya başladık. 2 metre kadar indik ve duvar devam etti. Sadece bu değil, bu duvara destek olarak bir duvar daha çıktı. Kireç taşları ile yapılmış, 1 metreden daha kalın bir destek duvarı bulundu. Burada da 1,5 metre indik ve hala bitmedi, kazıya devam edeceğiz. Bu yılki kazılarla artık buranın bir kale olduğunu biliyoruz, çünkü artık gözüküyor. 1,5 metre kireç taşından destek duvarı, 2 metre kesilmiş taşlardan duvar ve 3 metre kerpiç duvarla toplam 7 metre yüksekliğinde bir kale duvarını ortaya çıkardık.”
Özel üretim yapılıyordu
Bu duvarın ortaya çıkarılmasının önemini, hem o dönemde kullanılan teknik, hem de kale içinde özel bir üretim yapıldığını kesinleştirmesi olarak açıklayan Caneva, şunları söyledi:
“Hem teknik bakımdan o dönemde böyle bir teknoloji olduğunu bilmiyorduk, şimdi görüyoruz hem de bu özel bir yapı; muhakkak içinde özel bir üretim vardı, çünkü normal bir köy için bu kadar kalın ve sağlam bir duvar gerekmiyor. Aslında biz bu stadel içinde özel bir üretim olduğunu biliyoruz. Metal yapılıyordu. Doğada bakır bulunuyor ama bu taştan erimiş bakır. Bu çok önemli bir üretim. Daha sonraki dönemlerde metal için savaş yapılıyor. Önemli bir teknoloji ve değerli bir madde. Bakırla hem aletler hem gösterişli objeler hem de silahlar yapılıyordu. Daha yapılan kazılarda, en eski erimiş metal olarak bakır dünyada ilk defa Yumuktepe’de bu tabakada bulundu. O dönemde o kültür içinde yapıldı. İlk defa Mersin’de yaşayanlar yaptı bunu ama daha sonra üretmediler. Burada bitti.”
Höyüğün güney kısmındaki kazılarda da Kalkolitik dönemde yine buradaki tabakanın devamını bulduklarını ifade eden Kazı Başkanı Caneva, orada da evler ve odaların ortaya çıkmaya başladığını söyledi.

İHA