Kilikya Ovası ile tarihi bilgileri M.Ö. 2. binyıla tarihlenen kaynaklardan almaktayız. Bu kaynaklarda ›Kawa Ülkesinden‹ bahsedilmektedir. Orta Tunç Çağı'nın sonlarında (yaklaşık M.Ö. 1600'lerde) Hurri dili ve dini Kilikya'da yayılmıştı ve Hitit dili ile akraba olan Luvi Dili ile karışmıştı.
Kilikya Ovası her dönemde Anadolu Platosu, Kıbrıs ve Suriye üzerinden, Mezopotamya ve Mısır ile önemli ilişkilere sahipti. Bölgenin bu özelliği Kalkolitik Dönem‘den itibaren buluntulara yansımaktadır. Kalkolitik Dönem‘de bölgede bulunan seramik buluntuları, kuzey Suriye ve kuzey Mezopotamya‘yla benzerlik göstermekle beraber Orta Anadolu ile ilişkilidir. Bir kuzey Mezopotamya kültürü olan ‘Halaf Kültürü‘ ve onu takip eden ‘Ubaid Kültürü‘ Kilikya Bölgesi‘nde görülmektedir. Bölgenin doğusunda bulunan Amik Ovasını Amanus Dağları Kilikya‘dan ayırır. Ancak, bu bölge ile özellikle Amik E ve F evrelerinde yakın bağların olduğu tespit edilmiştir.
Kilikya Ovası ile tarihi bilgileri M.Ö. 2. binyıla tarihlenen kaynaklardan almaktayız. Bu kaynaklarda ›Kawa Ülkesinden‹ bahsedilmektedir. Orta Tunç Çağı‘nın sonlarında (yaklaşık M.Ö. 1600‘lerde) Hurri dili ve dini Kilikya‘da yayılmıştı ve Hitit dili ile akraba olan Luvi Dili ile karışmıştı. M.Ö. 2. binin ortalarında ortaya çıkan Kizzuwatna Krallığı bölgeye hakim olur ve M.Ö. 1350‘lerde Hitit İmparatorluğu‘na dahil olana kadar, Hitit ve bir Hurri krallığı olan Mitanni arasında bağımsız bir krallık olarak karşımıza çıkar. Yazılı kaynaklardan birçok kralın ismi bilinmektedir. Hitit kültür ve politik tarihinde Kizzuwatna önemli bir konuma sahiptir: bölge, Suriye ile ilişkileri sağlayarak ticarete katkıda bulunuyordu ve aynı zamanda stratejik açıdan önem kazanıyordu. Kizzuwatna Hitit İmparatorluğu‘nu kültürel ve özellikle dini anlamda etkilemiştir. Geç Tunç Çağı sonunda, Kizzuwatna Krallığı, diğer krallıklarla birlikte ortadan kalkar. Onun yerine M.Ö. 1. binde küçük krallıklar olan, Adana‘nın kuzeyinde Toroslarda Hilakku ve Kilikya Ovası‘nda Que, Qawa ortaya çıkar. Bu krallıklar Torosların kuzeyindeki Tabal‘da ve kuzey Suriye‘deki Geç Hitit krallıkları ile ilişki içindeydiler. Zamanla Asur Devleti‘nin baskısı artar ve bu krallıklar Asur Devleti‘ne bağlanırlar.
Azatiwaya‘da (Karatepe) bulunan, M.Ö. 8. yy.‘a tarihlenen ve o dönemde yaşı küçük olan kral Awarik‘in koruyucusu olan Azatiwadas‘ın yazıtında, krallığın ismi ‘mq‘dn, ›Adana Ovası‹ olarak ve Awarik ise bt mpš ›Mopsos‘un evinden‹ mlk dnym ›Danaoların Kralı‹ olarak geçmektedir. Fenike dilinde MP ve Luvi dilinde Muksa olarak adı geçen Mopsos, M.Ö. 12. yy.‘a tarihlenen Grek kaynaklarına göre Pamphylia‘da ve Kilikya‘da krallık yapmıştır ve daha sonra ise Tarhuntassa kralı olması olasıdır. Mopsos, ismini ovalık Kilikya‘daki birçok yerleşime vermiştir (Ör. Mopsuhestia). Karatepe yazıtlarında ismi geçen Awarik/Warikas (Asur dilinde Urikki/Urik), Asur kralı III. Tiglat-Pileser‘in çağdaşıdır ve Çineköy heykelinin üzerindeki yazıtta ülkesinin isminin Hiyawa olduğunu belirtir. Bu yer adı, etimolojik olarak Asur dilindeki Qawe/Quwe/Que ve Geç Babil dilindeki Hume ile bağlantılıdır. Eğer, Cebelires Dağı‘ndaki Pihala‘as (Pellas) yazıtında ismi geçen Urikku, Awarik ile özdeşleştirilirse, Que‘nin nüfuzunun Alanya Bölgesi‘nde kadar ulaştığı öne sürülebilir. Que, III. Tiglat-Pileser (M.Ö. 744–727) döneminden itibaren Asur Devleti‘nin baskısı gittikçe artar ve V. Salmanasar (M.Ö. 726–722) döneminde krallık Asur devletinin bir parçası olur. Zaman zaman isyanların çıkmasına rağmen, bölge önceleri Asur Devleti‘nin ve daha sonra ise Babil Devleti‘nin bir parçası olarak kalır. Pers Dönemi‘nde, olasılıkla Hilakku‘lu Syènnesis sülalesi – Luvi dilinde suwanassa kelimesinden geldiği düşünülen ve ›köpeğe ait‹ anlamına gelen bu isim, Klasik Dönem metinlerinde yanlış yorumlanarak bir ünvan olarak değil de, bir kişi ismi olarak karşımıza çıkar ve komşu Hilakku ile birlikte, daha geç dönemlerde ›Dağlık Kilikya‹ olarak adlandırılan Ura‘nın batısı (=Seleukeia, Silifke)ile birlikte bir eyalet haline getirilir. Büyük bir olasılıkla, bu dönemden itibaren, coğrafi ve morfolojik açıdan birbirlerinden çok farklı olan bu iki bölge için de ›Kilikya‹ ismi kullanılmaya başlanmıştır. Helenistik Dönemde, Seleukoslar ve Ptolemaioslar Kilikya için savaşmışlardır. Seleukia am Kalykadnos, Aigeai ve Arsinoe kentleri ile büyük bir olasılıkla Olba, bağımsız kentler olarak yeniden iskan edilmişlerdir. Pompeius Dönemi‘nde, bir Roma eyaleti olan Ovalık Kilikya, yerel deniz korsanlarından alınır. Ancak, bölgeden, önceleri yerel bir kral olan Tarkondimotos sorumlu olur. M.Ö. 51/50 yıllarında Cicero bölgeyi, Tarsus‘tan yönetir. Roma Dönemi‘nden sonra, Kilikya, Bizans İmparatorluğu‘nun ve Emevi ve Abbasi Hailfeliklerinin kontrolu altına girer. Orta Çağ‘da 1078 ve 1375 arasında ise bölgede, Küçük Ermeni Krallığı hüküm sürer.
Bu bölgedeki önemli iki kentin, Adaniya (bugün Adana) ve Tarsa (Tarsus) kentlerinin yerlerinin belirlenmesine rağmen, Hitit yazılı kaynaklarından bildiğimiz Kummani ve Lawazantiya kült kentlerinin bugünkü yerleri kesinlik kazanmamıştır. İsim benzerliğinden dolayı bilim insanları Kummanni‘yi ,Klasik Çağ kaynaklarında ismi geçen Comana Cataoniae ile eşleştirmekte ve bundan dolayı Kummanni‘nin bugünkü Şar olduğu öne sürülmektedir. Bu veriler, Kizzuwatna‘nın kuzeyde daha geniş bir alana sahip olduğunu göstermektedir. Ancak, coğrafi isimlerin farklı coğrafyalara yayılabildiğini biliyoruz. Karadeniz Bölgesi‘nde Comana isimli başka bir kent daha bulunmakta ve bu nedenle Kummanni‘nin Comana Cataoniae ile eşleştirilmesini zorlaştırmaktadır. Yakın zamanda M.-C. Trémouille, Kummanni kentini, bu önerinin daha güneyine, Kilikya Ovası‘nın doğusuna yerleştirmiştir. Kummanni‘nin Boz Höyük ve Lawazantiya‘nın Amanus Dağları‘nın batı yamacında, Bodrum Kalesi yakınlarındaki Klasik Dönem yerleşmesi olan Castabala Hierapolis olduğuna işaret etmiştir. Bu görüş, Geç Asur Dönemi‘nde III. Salmanassar‘in seferlerini anlatan kaynaklarla uyumludur: M.Ö. 839 yılında Que‘ye ilk sefer düzenlenmiştir. Unqi/Pattina‘dan gelerek Amanus Dağlarını geçtikten sonra, üç kenti, Lusanda, Abarni ve Kisuatni‘yi ele geçirip, Pahri‘nin kralı Katê‘yi vergiye bağlamıştır. Bu sefer sadece Que‘nin doğusuna yapılmış ve bundan dolayı da Adana ve Tarsa‘ya karşı herhangi bir saldırı olmamıştır (bkz. Kilikya Tarihi, harita). Salmanassar seferlerinde ismi geçen Kisuatni ve Lusanda kentleri, büyük bir olasılıkla Hitit kentleri, Hitit İmparatorluk Çağı‘nda Kizzuwatna kenti olarak adlandırılan Kummani ve Lawazantiya ile özdeştir. Aşk tanrıçası Šawuška‘nın kenti La(hu)wazantiya, Eski Asur metinlerinde Luhuzantiya, Hitit metinlerinde Lawazantiya (ya da Lahuwazantiya, Lauwazantiya veya Lahuzzandiya), Ugarit metinlerinde Lwsnd ve Geç Asur yıllıklarında Lusanda olarak geçmektedir. Bu kent aynı zamanda, Hitit kraliçesi Puduhepa‘nın kentiydi ve babası Bentip-šarri bu kentte rahiplik yapmaktaydı. Yakın zamanda, Olivier Casabonne, Lawazantiya‘nın Sirkeli Höyük olabileceğine işaret etmiştir. Misis‘in 5km doğusunda ve Sirkeli Höyük‘ün 4km güneybatısındaki Kızıldere‘de, Misis Dağlarının yamacında bulunan, M.S. 5. ve 6. yy.‘lara tarihlenen yazıt, batıda Kirkoteis ve doğuda Lôandos arasındaki sınırı gösterir. Lôandos, Lawazantiya=Lusanda ile aynı kenttir. Geç Antik Dönem‘e tarihlenen Grekçe yazıt (sağda) ve yazıtta adı geçen bölgelerin tahmini konumu (solda).
Kiilikya Ovası‘nda çok sayıda höyük bulunmasına rağmen, son yıllara kadar sadece az sayıda kazı çalışması yürütülmüştür. Tarsus-Gözlükule, Mersin-Yumuktepe ve Karatepe bunlara örnek gösterilebilir. Bu kazıların çoğu 30‘lu ve 50‘li yıllarda yapılmıştır. Ancak 90‘lı yıllardan itibaren Kilikya Bölgesinde tekrar kazılar ve yüzey araştırmaları yürütülmeye başlanmıştır. Arkeolojik çalışmalar, bölgenin kültürel ve tarihi gelişimi hakkında bilgi verse de, Yakın Doğu kültürleri hakkında sahip olduğumuz bilgilerle karşılaştırılamaz. Kilikya Bölgesi‘nin coğrafi konumundan dolayı, bölgenin izole bir yapıya sahip olduğu öne sürüldü. Ancak, bölgenin, özellikle de Kilikya Ovası‘nın hem Tunç hem de Demir Çağı‘nda Kuzey Suriye, Kıbrıs ve İç Anadolu kültürleri arasındaki ilişkilerde aracı konumunda önemli bir göreve sahip olduğu açıktır. Kilikya ile diğer bölgeler arasındaki kültürel ilişkiler farklı dönemlerde farklı bir gelişim gösterir. İlk Tunç Çağı‘nın başında Kilikya kültürü Orta Anadolu kültürleriyle ilişkilendirilebilirken, dönemin sonuna doğru kuzey Suriye kültürüne daha yakın bir hale gelir. Bu durum Orta Tunç Çağı‘nda da devam eder. Geç Tunç Çağı‘nda ise Anadolu‘nun kültürel etkisi artar. Demir Çağı‘nda Kıbrıs seramiklerinin Kilikya Bölgesi‘nde çok yaygın olması, burada bir koine olabileceğini akla getirir. Kilikya Bölgesi hakkındaki tarihi bilgiler, yazılı kaynakların az olmasından dolayı kısıtlıdır. Tunç Çağı‘nda hemen hemen hiçbir belgeye sahip değiliz. Demir Çağı‘nda ise, sadece çok kısa bir süre içinde, M.Ö. 8. yy.‘da belgeler bulunmuştur. Burada, az miktarda yazılı belgenin olmasına ve diğer bölgelerde Kilikya ile ilgili M.Ö. 2. ve 1. bin yıllarda sayıca fazla ele geçen belgelere dayanarak, bu eksikliğin kazıların az olmasından kaynaklandığı açıktır.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder