25 Aralık 2019 Çarşamba
23 Aralık 2019 Pazartesi
Kuzey Irak’taki İlk Tarımcılar Çoğunlukla Buğday ve Arpa Yiyordu
Kuzey Irak’taki İlk Tarımcılar Çoğunlukla Buğday ve Arpa Yiyordu
Yeni bir araştırmaya göre, 8500 yıl önce, Kuzey Irak’ta ilk defa tarıma geçen insanların, bitki diyetinin temelini buğday ve arpa oluşturuyordu.
Yakın bir zamana kadar Kuzey Irak, arkeologların nadiren araştırma yaptığı bir alandı. Son yıllarda bu bölgedeki araştırmalar yoğunlaştı. Birçok arkeoloji ekibi, savaşın içindeki Suriye’den buraya geldi.
Kuzey Mezopotamya’nın dağlık tarafında, Dicle’nin üst kesiminde, araştırmanın bir parçası olan insan dişlerinin de bulunduğu bir yerleşim yeri ve mezarlık alanı olan Nemrik 9 yer almakta.
Dr. Arkadiusz Sołtysiak, “Bu araştırma, insanların bitkileri ve çiftlik hayvanlarını yetiştirmeye başladığı çok erken Neolitik döneme tarihlenen ilk proje.” diyor.
Araştırma kapsamında, burada bulunan insanların dişlerindeki mikro-kalıntılar analiz edildi. Araştırmada, Kuzey Irak’taki Nemrik 9’daki Prof. Stefan K. Kozłowski başkanlığında yürütülen kazılarda bulunan toplam 11 iskeletin dişleri incelendi. 1980li yıllarda yapılan bu kazılarda, yaklaşık yüz kişinin iskeleti bulunmuştu. Bu iskeletlerin bir kısmı Polonya’ya getirildi ve kısa bir süre önce ayrıntılı antropolojik analizi tamamlandı. Şimdi ise iskeletlerin analiz sonuçları açıklandı.
Dr. Sołtysiak, “Bu insanların temel olarak buğday ve arpa yediğini tespit ettik. Daha geç bir dönem olan Bronz çağındakine oranla dişlerinde daha az diştaşı vardı. Bu sonuç, çok fazla işlenmiş tahıl ürünü yemediklerini gösteriyor. Vahşi hayvan eti, bu insanlar için hala diyetlerinin önemli bir parçası olmalıydı.” diyor.
Analiz edilen dişlerdeki bitki mikro-kalıntılar, temel olarak yüksek derecede mineralize olmuş fitolitlerden oluşuyor. (Fitolit: Bitki hücrelerinde bulunan mikroskobik silisli oluşumlar.)
Diş çürüğü o zaman büyük bir sorun değildi. İncelenen iskeletlerde tespit edilen diş çürüğü oranı oldukça düşük. Dr. Sołtysiak’a göre bunun nedeni, bu insanların laktik asit fermantasyonuna tabi olan şekerlere erişiminin sınırlı olmasına bağlı.
Araştırmacılar aynı zamanda Kuzey Irak’taki Nemrik 9’da 8500 yıl önce yaşamış ilk tarımcıların kullandığı diş temizleme yöntemi keşfetti. İskeletlerden birinin dişine sıkışmış tahta parçası bulundu.
Araştırmacılar, “Bu odun parçası, günlük oral hijyen için kullanılan bir odun parçasının kullanımının izi olabilir. Bugün bile Ortadoğu’da kolaylıkla parçalanan dallar dişleri temizlemek için kullanılabiliyor.” diyor. Fakat araştırmacılar, olası ‘diş fırçası’nın bir parçasını oluşturan odunun hangi ağaç türüne ait olduğunu belirleyemedi.
PAP – Science and Scholarship in Poland. 27 Aralık 2016.
Makale: http://link.springer.com/article/10.1007/s12520-016-0411-3
Makale: http://link.springer.com/article/10.1007/s12520-016-0411-3
DNA Sayesinde Avrupa’nın İlk Tarımcılarının İzi Anadolu’ya Sürüldü
Boncuklu Höyük’te anne ve perinatal bebeğinin mezarı. MÖ 8300 – 8240. (F: Douglas Baird (Boncuklu Projesi))
DNA Sayesinde Avrupa’nın İlk Tarımcılarının İzi Anadolu’ya Sürüldü
ODTÜ ve İsveç’teki araştırmacıların antik genomlar üzerine yaptığı analizlere göre, avcı toplayıcı grupları Neolitik dönemin büyük bölümünde Türkiye’deki verimli topraklarda tarım yapmayı öğrendikten sonra, bu bilgileri Avrupa’ya götürdü.
Current Biology dergisinde 4 Ağustos’ta yayınlanan araştırmada, Avrupa’ya yapılan erken göçlerin en az iki dalgasının, Orta Anadolu’daki Neolitik çiftçilerle aynı gen havuzuna ait olduğu keşfedildi.
Avrupa’da tarımın evrimini açıklığa kavuşturmak isteyen araştırmacılar, Neolitik dönemde yaşamış Avrupalıların genetik bilgileriyle, Anadolu’daki iki farklı yerleşimde bulunan 9 bireyin genetik bilgilerini karşılaştırdı.
Karşılaştırmadaki en erken gen dizileri, Orta Anadolu’da bulunan Boncuklu Höyük yerleşiminde 10.300 ila 9.500 yıl önce yaşamış 4 iskeletten alındı. Boncuklu’da yaşamış insanlar yakın zamanda küçük ölçekli tarım yapmaya başlayan bir grup avcı toplayıcıydı.
Günümüzden önce 9,500 ila 7,800 yılları arasına tarihlenen diğer 5 örnek ise, daha gelişmiş tarım uygulamalarına sahip olan, kazı çalışmalarını İstanbul Üniversitesi Tarihöncesi Arkeolojisi Anabilim Dalı’nın yürüttüğü Tepecik-Çiftlik insanlarının iskeletlerinden alındı.
Araştırmanın yazarlarından, ODTÜ’de evrimsel biyolog olan Mehmet Somel, “Boncuklu insanlarında, aynı dönemde avcı toplayıcı olan insanlarla benzer seviyede çeşitlilik oranları bulduk, bu da beklenen birşey çünkü Boncuklu sakinlerinin kendileri de birkaç yüzyıl önce hala avcı toplayıcıydı. Hatta proto-tarımcılardı. Boncuklu insanlarının evcilleştirilmiş hayvanları yoktu ve toplayıcılık hala bu köy için önem arz ediyordu” diyor.
Stockholm Üniversitesi’nde arkeolog Anders Gotherstrom “Boncuklu’dan 1,000 yıl sonraki köyler olan Tepecik-Çiftlik ve Çatalhöyük’te bile yiyecek toplamanın ve özellikle avcılığın kültür için önemli olduğunu görüyoruz. Yani Neolitik yaşam stilinin yerleşmesi, sadece kültürel olarak değil demografik olarak da uzun bir zaman aldı” diyor.
“Burada gerçekleşen büyük ihtimalle nüfusta ve doğurganlıkta yaşanılan artış ile birlikte nüfus hareketlerinde ve gen akımında görülen bir artıştı. Böylece zaman içinde Neolitik Orta Doğu köyleri daha kozmopolit bir hale geldi ve nihayetinde bu Avrupa’ya doğru yayılımı tetikledi.”
Boncuklu ve Tepecik-Çiftlik’te birçokl çalışma yapılmış olmasına rağmen bu araştırma bu yerleşimlerdeki insan kalıntılarının genetik özelliklerini inceleyen ilk araştırma oldu.
Makale, tarımın Batı’ya doğru nasıl yayıldığıyla ilgili spekülasyonları doğruluyor, fakat Gotherstrom “Doğu’da tam olarak ne olduğu ise hala pek bilinmiyor” diyor.
Bu tür genetik analizler tarımın nasıl yayıldığıyla ilgili birçok soruyu cevaplayabilir. Somel de insanların yaptığı göçler, ve kültürel ile genetik bağlantıların tarih içindeki kesişimlerini incelemeye ilgi duyuyor.
Cell Press, 4 Ağustos 2016.
İlk Çiftçiler Tarihi Nasıl Değiştirdi?
Ürdün’de 10.000 yıllık bir tarım köyü olan Ain Ghazal’da bir evin altına gömülmüş bir insan iskeleti.
F: C. Blair/Ain Ghazal Arkeoloji Projesi
İlk Çiftçiler Tarihi Nasıl Değiştirdi?
Merkez Ürdün’de kayalık bir yamacın altında, sakinlerinin ahşap kirişten çatıları olan, duvarları ve tabanı beyaz kireçle sıvanmış evlerde oturduğu Ain Ghazal adında 10.000 yıllık bir köyün kalıntıları yatıyor.
Orada yaşamış yüzlerce insan dairesel tapınaklarda ibadet etmiş ve 90 santimetre uzunluğunda geniş gözlü, ürpertici heykeller yapmışlardı. Sevgiyle andıkları ölülerinin kafataslarını süslemek için başlarını kesip evlerinin altına gömmüşlerdi.
Fakat Ain Ghazal hakkında bu etkileyici kültür kadar arkeologların ilgisini çeken başka bir şey daha vardı: Burası tarımın doğuşundan sonra oluşan ilk tarım köylerinden biriydi.
Ain Ghazal çiftçileri, yerleşim yerinin çevresinde arpa, buğday, nohut ve mercimek yetiştirdiler. Diğer köylülerse çevre tepelerde koyun ve keçi sürülerini gütmek için bir seferde aylarca köyü terk ediyordu.
Ain Ghazal gibi alanlar insanlık tarihindeki en önemli dönüşümlerden birine, insanların bitkileri ve hayvanları evcilleştirdiği, yerleşik hayata geçtiği ve birçoğumuzun bugün içinde yaşadığı gibi bir toplum oluşturmaya başladıkları ana dair bir bakış sunuyor.
Ain Ghazal gibi alanların sağladığı tüm bilgilere rağmen arkeologlar halen büyük sorularla karşı karşıya. İlk çiftçiler tam olarak kimlerdi? Medeniyetin başlı başına bir dönüm noktası olan tarım dünyanın diğer bölgelerine nasıl yayıldı?
Ancak şimdi bazı cevaplar şaşırtıcı bir kaynaktan, Ain Ghazal ve Yakın Doğu’daki ilk yerleşimlerden çıkarılan iskeletlerdeki DNA’lardan geliyor. Bu bulgular şimdiden tarımın ve evcilleştirmenin nasıl ortaya çıktığına dair uzun zamandır benimsenmiş fikirleri tekrar gözden geçirmeye sevk ediyor.
Dahası, yeni veriler ilk çiftçilerin muazzam bir iz bırakmış olabileceğini gösteriyor. İrlanda’dan Hindistan’a, insanlar soylarını binlerce yıl önce Yakın Doğu’da arpa ve buğday yetiştirmeye başlayan insanlara dayandırıyor.
Harvard Tıp Fakültesi’nde bir doktora sonrası araştırmacı olan İosif Lazaridis “Bu henüz anlamaya başladığımız medeniyet hikayesinin bir parçası.” diyor.
Yanlış İzlenimleri Değiştirmek
Tarım devrimi türümüzü ve gezegenimizi değiştirdi. Avcı toplayıcı topluluklar bitkileri ve hayvanları evcilleştirmeye başladıkça göçebe hayatı bıraktılar ve binlerce yıl boyunca var olan köyler ve şehirler inşa ettiler.
İstikrarlı bir yiyecek stoğu, nüfusların süratle artmasına imkan tanıdı ve küçük, eşitlikçi gruplar yüzlerce kilometreye yayılan krallıklara dönüştüler.
Tarım dünya çapında birkaç küçük merkezde başladı fakat muhtemelen ilk defa günümüz Irak, Suriye, Lübnan, İsrail ve Ürdün’ünün kısımlarını içeren bir Yakın Doğu bölgesi olan Bereketli Hilal’de ortaya çıktı. Burada bulunan gelişmiş bir tarımı işaret eden ekinler, besi hayvanları, yiyecek hazırlama için aletler ve köyler gibi kanıtlar yaklaşık 11.000 yıl öncesine dayanmakta.
1990’larda arkeologlar büyük ölçüde Bereketli Hilal’de tarımın Ürdün ve İsrail’de, güney Levant olarak bilinen bölgede başladığı kanısına vardılar. Smithsonian Ulusal Doğa Tarihi Müzesi’nde kıdemli bir bilim insanı olan Melinda A. Zeder, “Model her şeyin burada başladığı ve sonra belki insanlar da dahil her şeyin buradan yayıldığı şeklinde.” diyor
Fakat geçtiğimiz yıllarda Dr. Zeder ve diğer arkeologlar bu kanıyı bozdular. Araştırmaları Bereketli Hilal’de ve diğer birkaç alanda, yaklaşık aynı zamanlarda tarımın icat edildiğini gösteriyor. Örneğin İran’ın Zagros Dağları’nda Dr. Zeder ve ekibi yaklaşık 10.000 yıl öncesine dayanan, yabani keçilerin yüzlerce yıllık bir süreçte aşamalı olarak evcilleştirilmesinin kanıtlarını buldular.
Ayrıca, bitkilerin yetiştirilmesi de düşünülenden daha eski bir zamana dayanıyor olabilir.
1980’lerde, o zaman İbrani Üniversitesi’nde bulunan Dani Nadel ve meslektaşları Taberiye Gölü’nün kıyılarında Ohalo II olarak bilinen 23.000 yıllık bir alanı kazdılar. Bölgede altı adet çalı baraka vardı. Geçen yıl Dr. Nadel’in eş yazarı olduğu bir çalışma barakalardan birinde 150.000 tane, daha sonra ekin olarak kullanılacak badem, üzüm ve zeytin gibi çeşitli kömürleşmiş tohum ve meyve bulunduğunu gösterdi. Ohalo II’de bulunan bir taş bıçak tahılları toplamak için bir orak olarak kullanılmış gibi görünüyordu. Büyük yassı bir taş, tohumları öğütmek için kullanılıyordu. Açıkça görülüyor ki buranın sakinleri çiftçiliğin başladığı düşünülen zamandan çok önce yabani bitkileri yetiştiriyordu.
“Arkeolojik kayıtlarda gördüğümüz korunmuş çok az şeye dayanarak bu durumun ani bir değişim olduğu izlenimine kapıldık.” diyor Dr. Zeder. “Şimdi gerçekten kaynakların denendiği uzun bir süreç olduğunu anlıyoruz.”
Birçok bilim insanı insanların tarıma çevresel etkilerden doğan bir mecburiyetten geçtiklerini öne sürüyor. Belki Yakın Doğu’nun iklimi sertleşmiş, belki de avcı toplayıcı nüfusun ihtiyacı mevcut yabani yiyecek kaynaklarını aşmış olabilir.
Fakat “kaynakları denemek” insanların çaresiz kaldıkları zamanlarda yapacağı türden bir şey değildir. Dr. Zeder bunun yerine tarımın iklimsel değişimlerin Yakın Doğu’daki yabani bitki ve hayvan türlerinin çeşitliliğini değiştirmesiyle tarımın ortaya çıktığını savunuyor.
Birçok farklı topluluk fazladan yiyecek üretmenin yollarını denemeye başladı, bu da sonunda yeni bir yaşam biçimine, daha istikrarlı toplumsal gruplar halinde yerleşmeye başlamalarına olanak sağladı.
DNA Atılımları
Genetik bilimciler uzun zamandır Ain Ghazal gibi yerlerde keşfedilen insan kalıntılarındaki DNA ile tarımın kökeniyle ilgili bu bulmacayı çözmeye yardımcı olup olamayacaklarını merak ediyordu.
Antik genetik materyaller iskeletlerde binlerce, bazen yüz binlerce yıl dayanabilir. Bilim insanları, eski insanların ve Neandertaller gibi soyu tükenmiş akrabaların bütün genomlarını dizileyebilmişlerdi.
Ancak Yakın Doğu’daki iskeletlerden DNA almak için gerçekleştirilen birkaç girişim sonuçsuz kaldı. Bölgenin şartları antik DNA’nın dayanabilmesi için uygun değil gibi görünüyor.
“Genetik olarak Yakın Doğu keşfedilmemiş bir bölgeydi.” diyor Harvard Tıp Fakültesi’nde bir genetik bilimci olan David Reich.
Ancak artık durum böyle değil. Yakın zamanda gerçekleşen iki çalışmada Dr. Reich’ın da aralarında bulunduğu genetik bilimciler ilk çiftçilerin kemiklerinden diğer insanlarla olan ilişkilerini tespit etmeye yetecek kadar DNA bulup çıkarmak üzere yeni yöntemler kullandılar.
Dr. Reich ve University College Dublin’de bir arkeolog olan Ron Pinhasi ve Harvard’dan Dr. Lazaridis’in de aralarında bulunduğu meslektaşları Yakın Doğu’da bulunan 44 kalıntı grubundan genetik materyal çıkardılar. Materyaller İran’daki ilk çiftçiler ve Ain Ghazal gibi Güney Levant’ta bulunan bir diğer alandan çıkarılan kemiklerden çıkarılan DNA’ları içeriyor. Dr. Reich’ın ekibi bölgedeki avcı toplayıcılara ait çok daha eski, neredeyse 14.000 yıl öncesinden genetik materyal keşfetti.
Yeni sonuçlar yine aynı çıkarıma işaret ediyor: Her bölgedeki ilk çiftçiler daha eski avcı toplayıcıların soyundan geliyor. Dahası, her topluluğun on binlerce yıla dayanan kendine ait belirgin bir soyu var.
Her biri diğerinden genetik olarak Avrupalılarla Çinliler kadar farklı. Ve bu gruplar avcı toplayıcılardan gelişmiş çiftçilere dönüştükleri tarım devrimi boyunca farklı kaldılar. “Bu grupların birbirinden ne kadar farklı olduğunu görmek oldukça şaşırtıcıydı” diyor Dr. Lazaridis. “Olmuş olduğunu düşünebileceğiniz her şeyden daha uç bir durum.”
Dr. Reich ve diğerleri bulguların Bereketli Hilal çevresindeki insanların birbirlerinden bağımsız olarak çiftçi olduklarını gösterdiğini öne sürüyorlar. “Tarımı geliştiren, genişleyen ve diğer tüm toplulukları işgal eden bir Yakın Doğu topluluğu yok.” diyor Dr. Reich.
Bir başlangıç yeri mi yoksa birden fazlası mı?
Arkeologlar genetik bilimcilerden gelen yeni sonuçları memnuniyetle karşıladılar. Fakat şimdilik veriyi farklı yollarla yorumluyorlar.
Dr. Zeder antik DNA’nın Bereketli Hilal’deki çiftçilerin birbirlerinden bağımsız olarak, belki defalarca tarımı icat ettiği bir senaryoyu desteklediğini söylüyor. Fakat Harvard’da bir arkeolog olan Ofer Bar-Yosef gelişmiş tarımın yalnızca bir defa geliştirildiğini ve daha sonra hızla bir topluluktan diğerine yayıldığını öne sürüyor.
Bereketli Hilal’deki arkeolojik alanların kesin tarihlenmelerine dikkat çekiyor. Gelişmiş tarımın kanıtlarının bulunduğu en eski alanlar Güney Levant değil, Kuzey Suriye ve Güneydoğu Türkiye’de yer alıyor. Dr. Bar-Yosef tarımın burada başladığını düşünüyor.
Yosef, Bereketli Hilal’in diğer kısımlarındaki insanların tarımla ciddi olarak uğraşmadığını, ancak bilim insanlarının Neolitik paket olarak adlandırdığı, ekinler ve besi hayvanları kombinasyonu ve onları idare edecek teknolojiyle temasa geçtiklerinde bu uygulamaları kalıcı olarak edindiklerini iddia ediyor.
“Tarımla ilgili kanıtların bulunduğu alanların tarihlerinin haritasını çıkarın ve çekirdek alandan uzaklaştıkça daima daha geç bir tarih göreceksiniz.” Yeni genetik sonuçlar açıkça bu tarım teknolojisinin Bereketli Hilal’den yayıldığını, fakat bunu paylaşan toplulukların diğer topluluklarla birbirine karışmadığını gösteriyor.
Yeni araştırma ayrıca tarım Bereketli Hilal boyunca yayıldıktan sonra bile insanların binlerce yıl boyunca genetik olarak izole kaldıklarını gösteriyor.
“Eğer birbirleriyle konuşuyorlardıysa bile diğer topluluklarla evlenmiyorlardı.” diyor Gutenberg Üniversitesi’nden araştırmacılarla iş birliği yapan Londra Üniversite Akademisi’nde bir genetik bilimci olan Garret Hellenthal.
Fakat DNA araştırması ayrıca bu uzun süreli izolasyonun ani ve şaşırtıcı bir şekilde sonlandığını gösteriyor.
“Genetik olarak Yakın Doğu keşfedilmemiş bir bölgeydi.” diyor Harvard Tıp Fakültesi’nde bir genetik bilimci olan David Reich.
Ancak artık durum böyle değil. Yakın zamanda gerçekleşen iki çalışmada Dr. Reich’ın da aralarında bulunduğu genetik bilimciler ilk çiftçilerin kemiklerinden diğer insanlarla olan ilişkilerini tespit etmeye yetecek kadar DNA bulup çıkarmak üzere yeni yöntemler kullandılar.
Yaklaşık 8.000 yıl önce Bereketli Hilal halkları arasındaki bariyerler kalktı ve genler bütün bölge boyunca akmaya başladı. Yakın Doğu bir homojen insan karışımına dönüştü.
Neden? Dr. Reich büyüyen çiftçi toplumların ticaret ağlarıyla birbirlerine bağlanmaya başladıklarını düşünüyor. İnsanların bu güzergâhlar üzerinde ilerlediler ve diğer topluluklarla evlenmeye ve birlikte çocuk sahibi olmaya başladılar. Genler yalnızca Bereketli Hilal boyunca akmadı — ayrıca dışarıya doğru dalga dalga yayıldılar. Bilim insanları üç kıtadaki yaşayan insanlarda ilk çiftçilerden DNA tespit etti.
“Her yöne doğru bir genişleme var gibi görünüyor,” diyor Dr. Lazaridis.
Türkiye’deki ilk tarımcılar 8.000 yıl önce ülkenin batı kısımları boyunca ilerlediler, Boğaz’ı geçtiler ve Avrupa içlerine yol aldılar. Orada çiftçilerle karşılaşmadılar. O zaman Avrupa 30.000 yıldır avcı toplayıcı topluluklara ev sahipliği yapıyordu. Çiftçiler, onların alanlarının çoğunu zapt edip tarım arazisine dönüştürdü ve çoğu zaman onlarla birbirine karışmadı.
Avcı toplayıcılar yüzlerce yıl boyunca var olmayı sürdürdü fakat sonunda daha büyük olan tarım topluluklarına karıştı. Bugün Avrupalılar soylarının çoğunu bu iki gruba dayandırabilir.
Günümüz İran’ında bulunan ilk çiftçilerse doğuya yayıldı. Sonunda torunları kendilerini günümüz Hindistan’ında buldular. Bugün DNA’ları Hintlilerin genomlarının önemli bir kısmını oluşturuyor.
Peki Ain Ghazal halkı? Onların nüfusları ise Doğu Afrika’ya yayıldı ve beraberlerinde mahsüller ve hayvanlar götürdü. Doğu Afrikalılar Güney Levant’ın ilk çiftçilerin soylarını sürdürüyorlar — Somali’de insanların DNA’sının üçte biri buradan geliyor.
Dr. Reich Bereketli Hilal’den daha sistematik bir şekilde numune elde ederek ilk çiftçiler hakkında daha fazla bilgi edinmeyi umuyor. “Bu eşsiz ve özel numuneler kolaylıkla elde edilir şeyler değiller.”
Fakat Bereketli Hilal’in genetik haritasındaki en çok göze çarpan boşluklardan bazılarını doldurmak konusunda pek iyimser değil. Henüz kimse bilinen en eski tarım yerleşimlerinde yaşamış insanlardan DNA çıkarabilmiş değil. Ve yakın bir zamanda tekrar deneyebilecekler gibi görünmüyor; zira bunun için Suriye iç savaşının ortasına dalmaları gerekiyor.
NY Times. 17 Ekim 2016.
21 Aralık 2019 Cumartesi
Asurbanipal Kimdi?
Asurbanipal Kimdi?
Savaşçı. Bilgin. İmparatorluk kuran. Kral öldüren. Aslan avcısı. Kütüphaneci. Büyük Asur kralı Asurbanipali yakından inceleyelim.
Kasım 2018’de açılacak büyük çaplı yeni bir sergi tarihin unutulmuş en büyük krallarından birinin, Asurbanipal’in hikâyesini gözler önüne seriyor. Bu adı daha önce duymadıysanız, endişelenmeyin. Yalnız değilsiniz. İşte size bu güçlü ve büyüleyici antik hükümdarı tanıma fırsatı.
Dünyadaki en büyük imparatorluğun hâkimi
Asurbanipal Neo-Asur imparatorluğunun kralıydı. Asurbanipal’in hükümdarlığı süresince (MÖ 668-631 dolayları), dünyadaki en büyük imparatorluk olan Neo-Asur imparatorluğu batıda Kıbrıs’tan doğuda İran’a kadar uzanıyordu, hatta bir dönem boyunca Mısır’da imparatorluk toprakları içindeydi. Günümüz Irak’ında yer alan başkent Ninova dünyanın en büyük şehriydi. Tüm bunlar olurken Atina ve Sparta gibi Yunan şehir devletleri hala çocukluk dönemlerini yaşamaktaydı, Roma ise yalnızca küçük bir yerleşimdi.
Böylesine büyük bir imparatorluğun hâkimi olan Asurbanipal alçakgönüllülük etmiyor, kendini “dünyanın kralı” olarak adlandırıyordu. İmparatorluğun büyüklüğü düşünülünce, bu unvan pek de gerçek dışı değildi.
Aslında kral olmayacaktı
Asur’un en büyük krallarından biri olmasına rağmen, Asurbanipal tahtın ilk varisi değildi, kendinden büyük bir erkek kardeşi vardı.
Tahtın asıl varisi olan erkek kardeşi ölünce, babası Esarhaddon diğer büyük kardeş Shamash-Shum-ukin’i es geçerek Asurbanipal’i veliaht prens yaptı. Bu cüretkar, hatta belki de aptalca bir hareketti. Esarhaddon’un kendi babası, Esarhaddon’u yani en küçük oğlunu veliaht ilan edince diğer oğulları tarafından vahşice katledilmişti!
Shamash-shum-ukin bu karar üzerine oldukça sinirlenmişti. Esarhaddon ise teselli olarak onu Babil kralı ilan etti. Babil kralı olmak kulağa hoş gelse de Babil o dönemde Asur imparatorluğunun bir parçasıydı dolayısıyla Shamash-shum-ukin küçük kardeşine hesap vermek zorundaydı. Bunun yarattığı gerilim sonucunda topyekun bir savaş patlak verdi.
“Haşmetli babam, yüce tanrıların emriyle, beni kardeşlerime tercih etti.”
İstihbaratçı olarak çalıştı
Asurbanipal veliaht prens ilan edildiğinde, kral olmak için eğitimine başladı. Görgü kurallarını öğrendi, önemli askeri beceriler edindi ve âlimlerden ders aldı. Sarayda nasıl kral olunacağına dair çok şey öğrenerek babasını gölgede bıraktı.
Ayrıca, babası için istihbaratçı olarak da çalıştı, imparatorluktaki gizmenlerden bilgiler alarak istihbarat raporları topladı. Bu iş, Asurbanipal’in imparatorluk hakkında bildiklerini geliştirmesine ve olası düşmanlarını öğrenmesine olanak tanıdı.
Aslan Avcısıydı
Genç prense askeri taliminin bir parçası olarak savaş arabası sürmek, süvari atlara binmek ve okçuluk gibi beceriler kazandırıldı. Bu amaçla, aslan avlamayı da öğrendi.
Asur’da, aslan avlama bir kraliyet sporuydu. Modern dünya için acımasızca olsa da, aslan öldürmek bir kralın halkını dünyadaki tehlikelere karşı koruma becerisini temsil ediyordu.
“Kızgın aslanların boğazlarını deldim, her birini tek bir okla.”
Asurbanipal sarayının duvarlarını kaplamak için kendisini avlanırken ve hatta çıplak elleriyle aslanları boğarken gösteren bir dizi rölyef—kabartma—sipariş etti. Bu rölyefler Asur sanatının en meşhur örnekleri arasında.
Düşmanlarını alt etti
Asurbanipal halkına karşı sevecen düşmanlarına karşı ise acımasızdı. Bir keresinde alt ettiği bir kralın çenesine köpek zincirleri bağlattığı ve onu bir köpek kulübesinde yaşamaya zorladığı söylenir. Bu, antik dünya standartlarında bile oldukça gaddar bir tavır.
Asurbanipal tahta geçtiğinde Mısır’la ve diğer çevre yerlerle savaş sürmekteydi, düşmanlarını yendi ve imparatorluğu daha da genişletti.
Elam devleti Asur’a karşı ayaklanmaya çalıştığında, Asurbanipal onları da ezdi. Elam kralını ve oğlunu kendi kılıcıyla öldürdüğü söylenir. Elam kralının kesik başı bahçedeki bir ağaca süs diye asıldığı Ninova’daki saraya getirildi. Bu hareket birçokları için Asurbanipal’e bulaşılmayacağına dair verilmiş çok açık bir uyarıydı.
“Aşur’un (Asur tanrılarının başı) ve İştar’ın yardımıyla onları öldürdüm. Birbirlerinin gözü önünde başlarını kestim.”
Asurbanipal, Elam’ın Asur’a karşı komplolar düzenleyen baş belası hükümdarlarıyla uğraşırken çok çaba harcamıştı. Bu komplolardan bıkıp usanmış Asurbanipal Elam’ı kesin olarak ortadan kaldırmaya karar verdi. Saray ve tapınakları soydurdu, kraliyet mezarlarının açılmasını ve kral kemiklerinin alınmasını emretti. Hayatta kalanlarsa zincirlere bağlı şekilde, köle olarak Asur’a getirildi.
“Elam diyarının tapınaklarını yıktım ve tanrılarını ve tanrıçalarını yok saydım… Önceki ve sonraki krallarının mezarlarını yıkıp mahvettim… Kemiklerini Asur’a götürdüm. Ruhlarının uyumasını engelledim ve onları cenaze sunularından ve şereflerine toprağa dökülen şaraplardan mahrum bıraktım… Bir ayın seyrinde ve yirmi beş günde, Elam diyarının bucaklarını yakıp yıktım, üzerlerine tuz ve tere saçtım.”
Kardeşinin ölümünden o sorumluydu
Düşmanları yalnızca dış tehditlerden ibaret değildi, kendi kardeşini de öldürmüştü. Yukarıda bahsedildiği gibi, Asurbanipal’in kardeşi Shamash-shum-ukin Babil kralı olmuştu. Asurbanipal’e hesap vermekten bıkan Shamash-shum-ukin imparatorluğun ücralarında bulunan diğerleriyle bir işbirliği yaparak ve Babil adına bazı kentleri ele geçirerek kardeşine karşı bir komplo hazırladı.
Oynanan oyunun farkına varan Asurbanipal, Babil’i iki yıl sürecek bir kuşatma altına aldı. Bu kuşatma sırasında insanların açlıktan kendi çocuklarını yiyecek duruma düştükleri anlatılır. Nihayetinde, Shamash-shum-ukin yanan sarayında esir düşmekten kaçarken öldü, onunla birlikte bu komploya karışanlarsa öldürüldü.
“İnsanların geri kalanına, hala hayatta olanlara gelince… Bizzat ben bu insanları bir cenaze sunusu olarak yere seriyorum… Parçalanmış etlerini köpeklere, domuzlara, akbabalara, kartallara, gökyüzünün kuşlarına ve apsunun (su) balıklarına yediriyorum.”
Büyük bir kütüphane inşa etti
Düşmanlarını alt etmediği ve aslan öldürmediği zamanlarda, Asurbanipal belki de genel tavrıyla uyuşmaz bir şekilde ilmi uğraşlar peşindeydi. Okuyabiliyor ve yazabiliyordu, bu bir kral için alışılmışın dışındaydı. İlmi becerilerini geliştirmeyi seviyordu öyle ki sarayındaki rölyeflerde kendini kılıcının yanı sıra belinde bir stilusla (tablet üzerinde yazı yazmakta kullanılan kalem) tasvir ettirmişti. Kalem kılıçtan keskin olabilirdi, ancak Asurbanipal ikisini de ustaca kullanıyordu.
Dünyada sistematik olarak toplanmış ve listelenmiş ilk kütüphaneyi Asurbanipal kurmuştur. Sahip olmaya diğer her kitabın bir kopyasını istemiş ve emri altındakileri dünyanın tüm bilgilerini toplamak üzere imparatorluğun çeşitli yerlerine göndermişti. Asur kitapları kağıt üzerine değil, çoğunlukla kil tabletlere, semboller oluşturmak için ufak bir kamanın kullanıldığı çivi yazısıyla yazılmıştı. Toplamda yüz binlerce tablet Asurbanipal’in kütüphanesinde toplanmıştı, bunlardan 30.000’i günümüzde British Museum’da bulunmakta.
“Ben, Asurbanipal, Nabu’nun (yazı ve bilgelik tanrısı) bilgeliğini öğrendim, ne kadar varsa bütün müstensihlerin usullerini elde ettim, izahatlarını irdeledim.”
Asurbanipal’in kütüphanesi sarayının yanan duvarları altına gömülmüştü ve 2.000 yıl boyunca saklı kaldı. Kütüphanenin kırık ve dağılmış kalıntıları ilk kez 1849’da bulundu, günümüzde ise bu kalıntılar British Museum’da yer almakta. Ele geçirilen parçalar tüm dünyadan araştırmacılar tarafından incelendi, Asur kültürü hakkında bildiklerimizin birçoğu bu metinlerden geliyor.
Kütüphanedeki eserler arasında, bugün dünyanın en eski edebi eserlerinden biri olduğu düşünülen Gılgamış Destanı da yer alıyordu. Destanın bir kısmı günümüzde “Tufan Tableti” olarak adlandırdığımız tablet üzerine yazılmıştı, bu tablette Büyük Tufan anlatısı yer alıyor ki bu anlatıdan daha önce yalnızca Kutsal Kitap’ta bahsedildiği biliniyordu.
Lüks içinde yaşadı
Asurbanipal, imparatorluğu başkent Ninova’dan yönetiyordu. Asur kralları savurgandı. Ninova, Asurbanipal’in büyükbabası Sanherib tarafından büyüklüğü ve ihtişamı antik dünyayı hayrete düşüren koca bir şehre dönüştürülmüştü.
Asurbanipal imparatorluğu saltanatının büyük bir bölümünde “tüm insanlarda hayret uyandırmak için” inşa edilen “Rakipsiz Saray”dan yönetti. Ziyaretçiler saraya yanlarında kralı tehlikeli doğaüstü güçlerden koruyan kocaman insan başlı kanatlı boğalar (lamassu) bulunan devasa kapılardan geçerek giriyordu.
Ninova’daki kraliyet bahçeleri olağanüstü güzellikteydi. Bu bahçeler dağlardan aşağıya doğru 50km boyunca uzanan kanallarla sulanıyor, böylelikle bahçeler tüm yıl boyunca üzerlerinde envai çeşit çiçeğin açtığı bir vahaya dönüştürülüyordu. Geçtiğimiz tarihlerde Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olan Babil’in Asma Bahçeleri’nin aslında Ninova’da olduğu, yazarların daha sonraki zamanlarda Ninova’yı Babil’le karıştırdığı iddiası ortaya atıldı. Gerçekte böyle olmasa bile, imparatorluk boyunca farklı bitkiler toplatıp başkente getirten Asurbanipal’in bahçelerinin de son derece etkileyici ve egzotik olduğu kesin.
Ölümü bir sır olarak kaldı
Asurbanipal’in hayatı iyi belgelenmişse de ölümü bir sır olarak kalmaya devam ediyor. 19. yüzyılda arkeolojik keşiflerin yapılmasından önce, Asurbanipal sonraki yazarlarca Sardanapalus olarak biliniyordu ve Asur’un son kralı olarak romantikleştirilmişti. Pers anlatımlarından birinde, düşmanları Ninova’yı ele geçirince, kendisini sarayında cariyeleri, gümüşleri ve altınları ile birlikte yaktığı söylenir. Bu çarpıcı sahne Delacroix’nın meşhur Oryantalist resmi Sardanapalus’un Ölümü’nde hayat bulmuştur.
Arkeolojik deliller Asurbanipal’in Asur’un son kralı olmadığını ve Ninova’nın ele geçirilişi sırasında ölmediğini kanıtladı. Yine de ölümünden kısa bir süre sonra, MÖ yaklaşık 612’de, imparatorluk zayıflamış, çeşitli gruplar Asur şehirlerini yağmalamış bu da imparatorluğun çöküşüne yol açmıştı. Asurbanipal’den sonra gelen krallar hakkında çok az şey bilindiği için Asurbanipal’in Asur’un son kralı olduğu efsanesinde biraz doğruluk payı bulunuyor.
19 Aralık 2019 Perşembe
HAKKARİ EMNİYET MÜD 2010 DERGİSİ HAKKARİ BAL BAL MEZAR TAŞLARI
HAKKARİ EMNİYET MÜD 2010 DERGİSİ
HAKKARİ BAL BAL MEZAR TAŞLARI
Hakkari Merkez Gazi Mahallesi anadolu Lisesi İnşaat sahasında ortaya çıkarılan milattan önce 1000 yılları civarında tarihlenen Bu oda mezar klasik Urartu ve erken Demir çağlarında ki mezarlara benzerlik göstermektedir. Burada bulunan oda mezarların örneklerini Van karagündüz nekropolis kazıları sırasında rastlanmıştır. oda mezarda cesetler, birtakım mezar hediyeleri ile birlikte gömülmüşlerdir. Bunlardan en yoğun olanı çoğu parçalar halinde ele geçen çanak çömleklerdir.
mezar kalıntılarından en ilginç lerini demirden süs eşyaları ve bir hançer namlusu oluşturmaktadır. sahte Kemerli oda mezar geleneği teşkil eder. bu Mezarın Hakkari Bölgesi'nde ortaya çıkarılmış olması bu bölgenin Demir çağı'nın başından itibaren Urmiye kültüründen ziyade Van Gölü havzası ile ilişkiler içinde olduğunu ortaya koymuştur. Böylelikle erken Urartu kültürünün Güneydoğu sınırları konusunda ilk bilgiler elde edilmiştir
4.15 cm. 1.45 m. Boylarındaki oda Mezarın yöresel yassıtaş levhalarından örülü olduğu görüldü. 1.70 m. Derinliğindeki oda mezar üzeri sal taşlarla örtülüydü mezar odanın içinde
15 kadar insan iskeleti, 15 kadar demir bilezik, çanaklar, takılar, v.s ziynet eşyaları bulundu milattan önce 1100 yıllarında tarihlenen O da, Hakkari tarihinin aydınlanması açısından önemli bir buluntu olarak kabul edilmektedir Hakkari'de bulunan mevcut tarihi potansiyel tam anlamı ile gün yüzüne çıkarılmıştır Hakkari Merkez ve ilçelerinde özellikle Urartu uygarlığına ait olduğu sanılan çok fayda kültür varlığı mevcuttur.
18 Aralık 2019 Çarşamba
Antik DNA, Gizemli Kenan Halkının Yok Olmadığını Gösterdi
Araştırmacılar Lübnan, Sidon’da bulunan beş Kenanlı iskeletinin tüm genomunu dizilediler F:Ali Hashisho/Reuters
Antik DNA, Gizemli Kenan Halkının Yok Olmadığını Gösterdi
Antik Kenanlı DNA’sı ilk defa dizilendi ve soylarının günümüz Lübnan’ında devam ettiği ortaya çıktı. Sonuç olarak günümüz Lübnan halkı DNA’sının %90’ını Tunç Çağı Kenan halkıyla paylaşıyor.
Firavunların Mısır’ı yönettiği ve Antik Yunanlıların ilk şehirlerini inşa ettikleri dönemde, Kenanlılar denilen bir grup esrarengiz insan Yakın Doğu’da üstünlük kurdu. Yaklaşık 4000 yıl önce Lübnan İsrail, Ürdün’ü ve Suriye’nin bir bölümünü kapsayan Levant bölgesinde şehirler kurdular. Kenan halkı tanrıça Astarte’ye ve onun eşi Baal’a tapıyorlardı. Kültürlerinde kadınlar için eşitlik anlayışı söz konusuydu. Kadınlar rahibe olabiliyor, arazi edinebiliyor ve boşanma kararı alabiliyorlardı. Fakat Kenanlılar hiçbir yazılı belge bırakmadılar ve tarihleri hakkında bilgi, ikinci el kaynaklardan elde edinilebiliyordu.
Bu kaynaklardan biri olan Eski Ahit bir çok Kenanlı için dehşet verici bir sondan bahseder: İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışı sırasında Tanrı onlara Kenan ülkesini ve halkını yok etmelerini emretti (bazı bölümlerde ise Kenanlıların kurtulmuş olabileceğinden bahseder). Eski Ahit’in beşinci kitabı olan Tesniye, Kenanlıları Tanrının emrinde yok edilen halk olarak tanıtır. Geleneksel öğretiler İsrafiloğullarının MÖ 1250 civarında bu olayı gerçekleştirdiklerini iddia eder. Fakat gerçekte ne yaşanmıştı? Arkeolojik veriler Kenan şehirlerinin aslında hiçbir zaman yok edilmediğini veya terk edilmediğini gösteriyor. Beş Kenanlı iskeletinden elde edilen antik DNA, bu insanların hayatta kalıp genlerini günümüzde yaşayan milyonlarca insana aktardığını gösteriyor.
Yeni örnekler Lübnan’da bir sahil kenti olan Sidon’dan geliyor. Birleşik Krallık’taki Wellcome Trust Sanger Enstitüsü’nde genetikçi olan Marc Haber, beş Kenanlı bireyin tüm genomlarını dizileyebilmek için iskeletlerden yeterli sayıda antik DNA elde etmeyi başardı. Bulunan bütün bireyler ise yaklaşık 3700 yıllık.
Haber’in ilk amacı kalıtımsal anlamda Kenanlıların kim olduklarını saptamaktı. Antik Yunan kaynaklarına göre bu insanlar Doğu’dan Levant bölgesine göç etmişlerdi. Bunu test edebilmek için Haber ve iş arkadaşları, Kenanlı genomlarını Avrasya’daki diğer antik popülasyonların genomlarıyla karşılaştırdılar. Anlaşılan şu ki Yunanlılar kısmen haklılardı. Kenanlıların yaklaşık %50’sinin genleri Levant’a 10.000 yıl önce yerleşmiş olan çiftçilerden geliyordu. Araştırma grubunun The American Journal of Human Genetics dergisindeki raporuna göre Kenanlıların diğer yarısı ise İran’da bulunan iskeletler sayesinde açığa çıkmış daha eski bir popülasyon ile bağlantılıydı. Araştırmacılar, Doğulu göçmenlerin yaklaşık 5000 yıl önce Levant bölgesine vardığını ve yerel insanlara karıştığını tahmin ediyorlar.
Bulgular Levant bölgesindeki diğer çalışmalarla uyuşuyor. Boston’daki Harvard Medical School’da genetikçi olan Iosif Lazaridis, Ürdün’ün antik iskeletlerinin genomlarında doğu ve yerel soylara ait benzer soy karışımlarını fark etti. Lazaridis “Gözlemlediklerimizin rastgele bir alana değil de geniş çaplı Kenanlı popülasyonuna ait olduğunu görmek güzel.”
Haber, Kenanlıların kim olduğunu doğrulamış durumda ve başlarına ne olduğu ortaya çıkarmak için yola koyuldu.
Haber, Kenanlıların kim olduğunu doğrulamış durumda ve başlarına ne olduğu ortaya çıkarmak için yola koyuldu.
Kenan halkının genomunu günümüzde yaşayan 99 Lübnanlı genomu ve genetik veri tabanından yüzlerce farklı kişi ile karşılaştırdı. Haber, genlerin %90’nından daha fazlası kalıtım yoluyla alarak günümüz Lübnanlı popülasyonunun büyük bir bölümünün antik Kenan halkından geldiğini gösterdi. Diğer %7’si ise yaklaşık 3000 yıl önce Levant bölgesine yerleşmiş olan Orta Avrupa göçmenlerinden geliyor olabilir.
Yani, bu yeni çalışma İsrafiloğulları ve Kenanlılar arasında savaş olmadığını mı gösteriyor? Wellcome Trust Sanger Enstitüsü’nde genetikçi olan ve Haber ile birlikte çalışan Chris Tyler-Smith tam olarak öyle olmadığını söylüyor. Genler her zaman çatışmaların göstergesi olmayabilir. Tyler-Smith “Kalıtımsal olarak benzer veya ayırt edilemeyen popülasyonlarla karşılaşabilirsiniz ki bunlar kültürel anlamda tamamen farklı olabilirler ve birbirleriyle asla geçinemeyebilirler.” diyor. Bu durum İsrafiloğulları ve Kenanlılar için geçerli olabilir, benzer genler fakat ezeli düşmanlar.
Almanya, Jena’daki Max Planck İnsan Tarihi Bilimleri Enstitüsü’nden genetikçi Johannes Krause “Eğer o toplumlar birbirlerini ele geçirmiş olsalar, antik DNA ile kolaylıkla anlayabileceğimiz izler bırakmamış olabilirler” diyerek bu duruma katılıyor. Belki de antik DNA’nın bize kolayca gösteremediği kutsal kitaplarda geçen bir savaş söz konusudur.
IB Times. 27 Temmuz 2017.
Haber, M., Doumet-Serhal, C., Scheib, C., Xue, Y., Danecek, P., Mezzavilla, M., . . . Tyler-Smith, C. (2017). Continuity and admixture in the last five millennia of Levantine history from ancient Canaanite and present-day Lebanese genome sequences. doi:10.1101/142448
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)