14 Eylül 2019 Cumartesi

MEZOPOTAMYA

mezopotamya haritası ile ilgili görsel sonucu
MEZOPOTAMYA
Dicle ve Fırat nehirlerinin arasındaki, bizim Güneydoğu’muzdaki Toros Dağları’ndan başlayıp Basra körfezine kadar olan bölge Mezopotamyadır. Türkçe’de iki nehir arası anlamına gelir.
Dünya uygarlığının oluşmasına büyük katkısı olan bereketli bölge. 
Dicle ve Fırat nehirleri bugün birleşerek Kızıldeniz’in Basra Körfezi’ne dökülüyor.
Ama tarihin ilk uygarlıklarının birinin ortaya çıktığı eski devirlerde bu iki büyük besleyici damar Basra Körfezi’ne ayrı ayrı dökülüyorlardı. Taşıdıkları alüvyonları körfeze doldurunca kara Kızıldeniz’e doğru ilerledi ve Dicle ile Fırat birleşerek tek bir nehir halinde tam 193 kilometre boyunca devam eder. Adı Şattülarap’tır (Farsça Arvand Rüd). Kızıldeniz’den gelen bir Petrol tankerinin, 30 km boyunca Şattülarap’tan içeri girebilmesini sağlar. O yüzden günümüzde çok stratejiktir. 1980 ve 1988 yılları arasında kronik bir yıpratma savaşına dönen Irak-İran savaşının bir nedeni de Şattülaraptı.
Tarih yazıyla başlar. Yazı Mezopotamya’da bulundu.
Sümerler buldu (M.Ö. 3200). Tarih Mezopotamyalı Sümerlerle başladı. 
Dünyanın ilk yazılı kanunlarını da yaptılar.
Siyasal düzendeki ilk ilerici devrim de onlarda gerçekleşti:
Zenginlerin ve rahiplerin fenalıkları üzerine ayaklanma çıktı.
Din namına yapılan entrika ve yolsuzluklara, zenginlerin ve memurların şımarıklıklarına halk ihtilaliyle son verildi (M.Ö. 2800).
Yeni kral kitabesinde şöyle yazdı:
“Kölelik devrine son verdim ve hürriyeti tesis ettim”.
Basra Körfezinden Güneydoğu Anadolu dağları ve Akdeniz’e ulaşan coğrafyada büyük bir imparatorluk kuruldu.
Tarihin 2000 yıl süren döneminde birçok farklı millet ve halkı bir arada tutup yönetebildile.
Efsane oldular. 
Peki Mezopotamya medeniyetini oluşturan, ilk İmparatorluğu kuran, ilk şehir devletlerini inşa eden Sümerler kimdir?
Hazar Denizi’nin Kuzeyinde yer alan Kafkasya bölgesinde ortaya çıkan Beyaz tenli insanlar çok eski devirlerde Güney’e doğru inerek bugünkü Türkmenistan bölgesinde bin yıl kadar yaşadılar. Çekik gözlü olmayan bu insan nesli daha da güneye inerek M.Ö. 4000 yıllarında Mezopotamya bölgesine yerleştiler. Burası Fırat ve Dicle nehirlerinin sık sık taşması yüzünden bataklıktı. Yeni gelenler Orta Asya’da o devre göre ileri bir medeniyete sahip olduklarından kanallar, setler ve köprüler yapmak suretiyle Mezopotamya’nın sulak yapısını tarıma elverişli bir şekilde kullanmayı başardılar. Taş çok bulunmadığından evlerini ve tapınaklarını kerpiçten yaptılar. 
Tekerleği de buldular, tarlaları öküzlerin çektiği sabanlarla sürüyorlardı. Ziraatla uğraşıp hayvan yetiştirdiler. 
Sümerlerin yerleştikleri bölge Bağdat ile Basra Körfezi arasındaki Aşağı Mezopotamyadır. Aşağı Mezopotamya’nın Kuzey’ine Akad, Güneyine Sinear-Sümer denir. Sümerler tam da Güney’deki Sinear’da yerleşti. 
Bağdat’dan Toros Dağları’na kadar olan bölge ise yukarı Mezopotamya olarak bilinir. Burada Sümer’lerle akraba olan Subari milleti yaşamaktaydı. Bölgenin ismi Asurdu.
Mezopotamya bir uygarlık beşiği değil, medeniyetler beşiğiydi. Akad Devleti, Babil Devleti, Asur Devleti, Mezopotamya’nın hemen doğusundaki komşu Elam devleti bu medeniyetlere örnektir. Sümerlerin belirleyici özelliği getirdikleri bilim, sanat ve sosyal düzenin yukarıda sayılan diğer devletleri etkilemesi, hatta yıkılıp tarihten silindikten sonra bile etkilerinin devam etmesidir. Örneğin Babil kralı Hammurabi meşhur kanunlarını, büyük ölçüde Sümer ve kısmen Akad’ların kanun, töre ve fermanlarını toplayıp zamanın ihtiyaçlarına göre düzenledikten sonra vücuda getirmiştir. 
Sümerlerin ilk büyük İmparatorluklarını Akadlar yıkmıştır. Arabistan kaynaklı Sami ırkından olan halklar Sümer şehirlerine işçi ve paralı asker olarak girmeyi başladıktan yüzyıllar sonra nüfus bakımından çoğaldılar ve Akad ülkesinde, Sümerlerden öğrendikleri uygarlık ve askerlik yöntemlerine dayanan bir uygarlık kurdular. Sümerlerin egemenliği altındaydılar. Sargon adlı kumandan öncülüğünde Sümerlere karşı ayaklandılar ve onları yendiler. Sargon bölgenin hükümdarı oldu (M.Ö. 2750). Akadların başkenti Agade şehri gelişti, Sümerlere ait medeniyeti bütün Ön Asya’ya yaydılar. M.Ö. 2500’e doğru Sümerler Akadlara karşı ayaklanarak Akad İmparatorluğu’na son verdi. İki yüz yıl süren Arap (Sami) egemenliği bitti. 
Sümerler brakisefal Alp ırkındandır.
Samiler ise dolikosefal Akdeniz ırkındandır.
Sümerler Orta Asya’dan göç etmişler, Samiler Arabistan’dan çıkmışlardır. Sümer’ler medeniyette ilerlemiş olarak Mezopotamya’ya gelmişler, Sami’ler medeniyeti Mezopotamya’da öğrenmişlerdir. 
Mezopotamya Bölgesinin Doğu kısmında İran-Irak sınırından Basra Körfezine kadar 1500 km boyunca uzanan sıradağlara Zagros dağları deniyor. En yüksek yeri olan Dena doruğunda yüksekliği 5 bin metreye ulaşan bu muazzam dağ silsilesinde, Mezopotamya medeniyetinin oluştuğu dönemde tarih sahnesine çıkan iki kavimden bahsedilmektedir. Bunlardan biri Guti diğeri ise Kasit adı verilen kavimdi.
Gutiler (Qurti), ispatlanmamış bir iddia olmakla birlikte günümüz modern Kürtlerinin atası olarak da sayılmaktadır. Guti halkı açık tenli ve sarışındı. Sümerlerin yazılı tabletlerinde, Zagros dağlarının Kuzeyinde yaşayan Gutilerin barbar bir halk olduğu ve ülkelerine Gutium dendiği yazıyor. Akad ve Sümerlerle vur-kaç taktiği kullanarak savaşıyorlardı. Zagros Dağları’nda süren çatışmalar bir süre sonra şehirlere indi. Savaş Sümerleri ekonomik açıdan da zayıflattı.  Gutiler Akad krallığının yıkılmasında etkili oldular ve M.Ö. 2500 yılında Sümerleri de yenerek Aşağı Mezopotamya’nın büyük kısmını ve doğudaki Elam’ı da ele geçirdiler. Fethettikleri yerlere kitabe dikiyorlardı. Bir tanesinde şöyle yazıyordu: “Guti krallığı, dört krallığın krallığı”. Guti egemenliği devam ederken Sümer şehir devletlerinden biri olan Lagaş sitesi bir devlet kurmayı başardı. Bunu diğer Sümer şehirlerinin isyanı izledi ve egemenliklerinden yaklaşık 2 yüzyıl sonra Gutiler tarih sahnesinden silindi. Asur kralı Mitannileri yendiği zaman zaferini asıl Gutilere karşı kazanmış göstermek için şöyle demiştir:''
“Ararat sınırından Tur Âbidin'e kadar bu ülke içinde su gibi Guti kanı aktı". 
Gutilerin egemenliğine son verildikten sonra üçüncü kez Sümer egemenliği kuruldu. Sümerlerin en parlak devri yaşandı. Meşhur hükümdar Şulgi için “yedi iklimin hükümdarı” deniyordu. Birçok fetihler yapmış, yeni kanallar açmış, yeni tapınaklar inşa etmiştir. Orduda yapılan yeniliklerle dağlarda yaşayan kavimlerin ülkeleri ele geçirilmiştir. Adına yazılan şarkının sözleri şöyleydi: “Ben Şulgi, doğduğumdan beri kuvvetli adamım/Ben ejderden doğan vahşi bakışlı bir aslanım/Sümerlerin çobanlarının çobanıyım/Bütün memleketlerin kahramanı, tanrısı benim/ Yolların uzunluğunu tespit ettim/Oralarda kaleler kurdum/Güvenilir insanları orada oturttum/Yola çıkanlar gece de gidebilir/Yabancı memleketlere baş eğdirdim/Halkı emin olarak yaşattım/Dört bir cihanda halk benim ismimi uzun zaman söyleyecek. 
Sümerlerin tarihten silinmesi Elamlılar tarafından oldu (M.Ö. 2200). Sümer ülkesi Elamlıların oldu, Akad ülkesi Arap ırkından olan Amurru’ların eline geçti.
Elam İran’ın Güneybatısında bulunan Huzistan Eyaletine karşılık gelir. Dicle nehrine dökülen Kerha ve Karum ırmaklarının suladığı ülkeydi. Mezopotamya’ya ait olmasa da onunla yakın ilişkili bir uygarlık olarak yükselir. İran kültür ve medeniyetinin meydana gelmesinde çok etkili oldu. Çanak-çömlekleriyle ünlü. Vazoları Yunan vazolarıyla karşılaştırılacak kadar sanatkârcaydı. Zamanla madencilikte de ilerleyen bu medeniyetin baş kenti Sus şehriydi. Onlar da şehir devletleri kurmuş ve ayrı prenslikler halinde yaşamışlardı. Sümerlerle birçok kez savaştılar, uzun süre Sümer egemenliğinde kaldılar. M.Ö. 3 binyıllarına kadar giden Elam devletine Asur kralı Asurbanipal son verdi. Bütün Elam’ı fethederek buranın halkını tamamen yok etti. Çok eski bir kavim olan Elamlılar tarihten silinmiş oldu (M.Ö. 640). Dilleri özgün ve izoleydi. Elam dili ve Türkçe arasında benzer hatta aynı olan kelimeler vardır: Türkçe Ata’nın Elamca karşılığı Atta’dır. Bunun gibi Gitta, Gitmek; İke (Eski Türkçe’de kullanılırdı) Ağabey anlamına gelirdi.
Akad yöresinde bulunan Sami’lerle birleşerek büyük bir Sami (Arap) topluluğu oluşturan Amurrular, M.Ö. 3 bin yılında Arabistan’dan çıkıp Aşağı Mezopotamya’ya göç edenlerdir. Sümerlerin Elamlar tarafından yıkılmasından sonraki dönemde Sümer şehirleri Larsa ve İsin’in birbiriyle savaşmasından faydalanarak Babil şehrine yerleştiler ve bir prenslik kurdular (M.Ö. 2100). Prenslik zamanla büyüyerek Babil Devleti haline geldi. Hükümdar Hammurabi zamanında çok kuvvetlendi ve en parlak dönemini yaşadı. Bütün Mezopotamya’yı istila ederek İmparatorluk kurdu. Sümer ülkesini Araplaştırmak için büyük gayret sarf etti. Eski Sümer şehirlerindeki sanat eserlerini Babil’e taşıttı. Kendi dilini resmi dil yaptı. Sümerler zamanla Araplar arasında asimile oldular. Anadolu’da büyük bir İmparatorluk kuran Hitit’ler aşağı inerek Babil üzerine akın yaptı ve Devleti yıktı (M.Ö. 1800). Hitit’ler bu akından sonra Mezopotamya’da durmadı tekrar Anadolu’ya döndü.
Babil’in 3 yüzyıllık egemenliği bitince Zagros dağlarında yaşayan bir diğer kavim olan Kasitler Babil şehrini ele geçirdiler ve beş yüz yıl Mezopotamya’ya hakim oldular. Guti’ler gibi Kasit’lerin de Kürtlerin ataları olduğunu iddia edenler vardır. M.Ö. 1170 yılında Asurlular tarafından egemenliklerine son verilmiştir. Kasitlerin yıkılışından ikinci Babil Devleti’nin kuruluşuna kadar yaklaşık 6 yüzyıl geçti. Bu 6 yüzyıl boyunca çeşitli milletlerin istilaları oldu, en sonunda Asur kralı Sanharip Babil’i alarak Mezopotamya’ya egemen oldu. 
İkinci Babil Devleti’nin kuruluşu Med’lerin saldırısı nedeniyle olmuştur. Med’ler İran’ın zengin ve bereketli Batı bölgesinde dağınık boylar halinde yaşayan ve Asur’luların “kuvvetli ve tehlikeli komşular” olarak tanımladığı bir halktı. Asur’luların nüfuzu altındayken M.Ö. 7. Yüzyılda Asur’luların üzerine şiddetli hücumlar yapmaya başladılar. Devletsiz ve Asur egemenliği altında bulunan Babil’liler bu durumu fırsat bildiler. Med’lerle bileştiler ve beraber Asur egemenliğine son verdiler (M.Ö. 612). Böylece İkinci Babil Devleti kuruldu. 
İkinci Babil Devleti’nin en ünlü hükümdarı Nabukadnezar’dır. Babası hükümdar iken komutandı. Mısır ordusunu Kadeş şehrinde yenmişti. Hükümdar olunca Mısır tarafını tutan Yahudilere savaş açmış, Yahudilerin elinde bulunan Kudüs’ü almıştır. Yahudilerin ilk sürgünü bu sırada olmuştur. Onları Babil’e sürgün etmiştir. İkinci Babil Devleti’ni Persler yıktı (M.Ö. 539).
Asur ülkesi Yukarı Mezomoptamyadır. Kuzeyi ve Doğusu dağlarla çevrili Dicle ile Büyük Zap ırmağı arasındadır. İlk yerleşenler Sümerlerle akraba sayılan Subarilerdi. Bunlar zamanla Sami halklar ile karışarak melez bir kavim olan Asurluları oluşturdu. M.Ö. 2000 yılına kadar pek varlık göstermediler ve Mezopotamya devletlerinin egemenlikleri altında yaşadılar. Sargon isimli kralları sayesinde devlet kurdular. Anadolu’da ticaret kolonileri meydana getirdiler. Koloniler arasında mektuplaşmalar çok olmuştur. Kayseri yakınındaki Kültepe’de yapılan kazılarda Asur tüccarına ait bir mektup şöyleydi: “Burada bakıra karıştırmak için kalay yoktur. Mektubumu (tabletimi) aldığınız gün Asurbani orada ise malımı Timelkiya’ya getirsin. Eğer yol emin değilse kalay ve elbiselerimi kervan ile Hura’ya gönderiniz. Kalayı da onar veya on beşer manalık paketler halinde yaparak yerli adamlar bir yük haline getirsinler. Bu emniyetle gelirse bir yük daha getirsinler. Eğer Asurbani’nin yolu buraya uğramayacaksa o zaman Abadbani ve Akishamil kalayla beraber buraya gelsin. İki esiri Puruşhatum’a gönderiniz. Siz benim emirlerime dikkat ediniz. Kalayı ya doğru yoldan veya gizli yoldan gönderiniz. Siz bu kalayı bana gönderinceye kadar ben iş yapamayacağım. Burada kalayın fiyatı çok pahalıdır.
Bana iyilik yapınız”.
Sargon sonrasında Anadolu’nun doğusunda bulunan Mitanni Krallığı Asur’a egemen oldu. Mitanni Krallığı’nı Hititler yıkınca M.Ö. 1300 yılında Asurlular tekrar bağımsız oldular. Bağımsızlıklarını kazanan Asurlular komşularına saldırmaya başladı. İlk önce Kasitlere saldırarak Mezopotamya’yı ele geçirdiler. Suriye ve Filistin’i de aldılar. Ancak Hititlere yenilince yaklaşık 3 yüzyıl kendilerini toparlayamadılar. Ardından tekrar egemenlik kuracak duruma geldiler ve Suriye, Filistin, Kıbrıs, Elam ve Mezopotamya’yı aldılar. Elam halkını tamamen yok ettiler. Anadolu’da Kapadokya’ya kadar geldiler. İran içlerine ilerlediler. Med’ler ve Babilliler M.Ö. 612 yılında Asur’un başkenti Ninova’yı aldı ve yeryüzünde kalmayacak şekilde yakıp yıktı. 
Sümerlerde devlet, şehir devleti şeklindeydi. Her şehir bir tanrı adına kuruluyordu. Her şehri bir prens (Patesi) yönetiyordu. Patesiler akrabaydılar. Bir prens etrafındaki sitelere egemenliğini kabul ettirdiğinde kral (Lugal) ünvanı alırdı. Bütün şehirlere kendisini kabul ettirirse Lugal Kalma oluyordu. Coğrafi ve lojistik bakımdan bir şehir (site) devleti en fazla 24 saatte ulaşılabilen bir bölgeye egemen olabiliyordu. Dolayısıyla aynı kökenden gelmelerine rağmen takriben 300 Km çapındaki coğrafi ayrımlarla birbirinden ayrılan Site Devletleri meydana geldi. Herbiri, yaklaşık 300 Km çapındaki bir bölgeyi yöneten bağımsız bir lider (Patesi) etrafında toplanarak müstakil olarak yönetiliyordu. Aynı kökenden geldikleri komşu ve akraba Sümerli Şehir Devletleri ile de birlikte hareket ederek olası tehditlere karşı ortak hareket ediyor, tehdidin ortadan kalkmasından sonra ise bağımsız varlıklarını devam ettiriyorlardı. Sümerler, bu teşkilatlanma yapısıyla irili ufaklı 35 Şehir Devleti kurmuşlardı. Devlet işlerinde kraliçenin de sözü geçiyor ve protokolde kraldan sonra yer alıyordu. Hükümdarlık babadan oğula kalıyordu. Aral Gölü, Türkmenistan ve nihayetinde Mezopotamya’da da bu minvalde teşkilatlanan Sümerliler, zamanla teşkilatlanma yapılarını kurumsallaştırarak Bölgesel Site Devletleri ve Site Devletlerinin bir araya geldiği Büyük bir Devlet haline geliyorlardı. 
Babil ve Asur devletleri daha çok askeri devletlerdi. Asur idaresi çok zalimdi. Vahşetleriyle övünürlerdi. İdam cezaları eziyet çektirilerek yerine getiriliyordu. Diri diri deri yüzmek, kazığa vurmak gibi. Sümer kanunları günümüz hukukuna daha yakındır. Tazminat cezası vardı: “Bir adam bir adamın ayağına bir aletle vurur ve ayağını kırarsa 10 şekel gümüş verecek. Silah ile vurup kemiğini kırarsa bir mana gümüş verecek. Bir aletle vurup burnunu koparırsa bir mana gümüşün üçte ikisini verecek”. Babil hükümdarı Hammurabi kanunlarını üç yüz madde halinde büyük bir taş üzerinde yazdırmıştır. Kanunlar mülkiyet, ticaret ve ceza hukukuna aittir. Bazı maddeler: “Birisini itham eden ispata mecburdur. İspat etmezse ölüm cezasına uğrar. Bir tapınaktan veya hükümdar hazinesinden hırsızlık yapanın cezası idamdır. Bir hırsız duvar delerek bir eve girmişse idam olunarak açtığı deliğin önüne gömülür. Babasını döven evladın iki eli kesilir. Bir adamın gözünü çıkaranın gözü çıkarılır”. 
Sümerler ölüm sonrasıyla ilgilenmediler. İnanışları tamamen dünyaya aitti. Cennet ve cehenneme dair düşünceleri yoktu. Mutluluğun ve kötülüğün dünyada olduğuna inanıyorlardı. İbadetleri genellikle kurban sunmak şeklindeydi. İbadetten temel olarak anladıkları şey, almak için vermekti. Yani sunulan kurbanlara karşı tanrılardan hastalanmamak, çok yaşamak gibi şeyler beklerlerdi. Bütün tanrıları hayır sağlayan tanrılardır. Sümer mitolojisinde insanın tanrılara hizmet etmesi için yaratıldığı anlatılır. Kötülük ve fenalıkları tanrılardan değil de kötü ruhlardan bilirlerdi ve kötü ruhlardan korunmak için sihir ve efsun yaparlardı. Tanrıları insan şeklinde düşünmüşlerdir. Ziggurat adı verdikleri tapınaklarda tanrıların aileleriyle birlikte oturduğuna inanırlardı. Zigguratlar ayrıca gökyüzünün gözlendiği rasathanelerdir. İlk katlar erzak deposu, orta katlar okul ve tapınak, son (yani en yüksek) katlar ise rasathane olarak kullanılmıştır. Bütün Sümerler için ortak olan tanrılar Anu (Gök tanrısı), Enlil (yeryüzü tanrısı) ve okyanuslar tanrısı Enki. 
Sümerlerde insanın yaratılışına dair bir hikâye günümüz Adem inancına da kaynaklık ettiği düşünülen Adapa efsanesidir. Yasak meyve, cennet ve sonsuz yaşamdan kovulma, uygarlık bilgilerine veya sanatlarına sahip olma gibi Adem'e atfedilen diğer sıfat ve fiillere benzer niteliklere sahiptir. 
Sümerlerin Adapa efsanesine göre Adapa tanrı soyundan gelen bir ölümlüdür. Balıkçı teknesini devirdiği gerekçesiyle Güney Rüzgârı'nın kanatlarını kırınca cennetin ve tanrıların tanrısı olan Anu'nun önünde hesaba çekilmesi gerekir. Adapanın koruyucu tanrısı olan Ea/Enki, cennetteyken yiyip içmemesi gerektiği konusunda onu uyarır (tıpkı Adem’in yasak meyveyi yememesi konusunda uyarılması gibi). Bu aslında bir aldatmadır, böylece Adapa'nın ölümsüz olma şansını elinden almıştır. İnsanların ölümlü oluşu Adapa'nın aptallığından kaynaklıdır. Enki (Ea), oğluna bilgelik vermiş, ama ölümsüz yaşamı vermemiştir. Bir gün Adapa'nın önüne ölümsüzlüğü elde etme şansı çıkar, ancak Adapa reddeder. Tanrı Anum'un huzuruna çağrılır. Ea, önceden ona orada ölüm için yiyecek ve içecek verileceğini, onlardan tatmamasını haber verir. Hüküm verileceği gün, öteki tanrılar onu tutarlar ve yumuşayan Anum, ölümsüzlük yiyecek ve içeceğini getirtir. Adapa bunları da almak istemez. Anum, şaşırıp nedenini sorar. Adapa şöyle yanıtlar: "Bir başkası yemeyeceksin, içmeyeceksin, dedi". Anum, buna bakıp Adapa'nın yeryüzüne atılmasını emreder. Yahudilerin Babil sürgünü sırasında Yahudi bilginleri tarafından diğer mitolojik unsurlarla birlikte kültürel hafızaya alınan Adapa öyküsü ilk insan ve insanlığın atası olarak Tevrat'ın yazımı sırasında Tevrat anlatımlarına (genesis) konu edilmiş, kültürel miras olarak Ortadoğu din ve inanışlarına aktarılmıştır. Diğer Sümer yaratılış efsanelerindeki temalarla birlikte Adapa kaynaklı olabilecek unsurlar; Adem (Adam) ismi, sonsuz yaşam sürülen cennette yaşamaktayken yasak meyvelerden yeme ile bağlantılı bir şekilde tanrı tarafından hesaba çekilme ve cennetten atılma, her şeyin isminin (bilgisinin) kendisine öğretilmiş olması, kendisinin ilk insan olmakla birlikte ilk rahip (ibrahimi dinlerde ilk peygamber) oluşu, cennetten medeniyete ait sanat veya bilgileri getirmesi, Ea ile Eva (Havva) isim ve rollerine ait benzeşmelerdir. 
Bunun gibi Sümer mitolojisine ait birçok unsur, örneğin İbranilerin kutsal bildikleri Kudüs’ten Babil’e sürgün edilmeleri gibi, günümüze kadar gelmiş ve kutsal kitaplara alınmıştır (Yaratılış ve Tufan).  Gök ve yerin bitişik iken sonradan ayrılması; her şeyin sudan veya su üzerinde yaratılması; insanın balçıktan yaratılması; erkeğe ait Ti (kaburga)’den kadının yaratılması; ilk insanların binlerce yıl yaşaması; tufan, gemi yapımı ve her canlıdan bir çiftin gemiye alınması bu konudaki örneklerdir. 
Akadlar Sümer dinini benimsemiştir. Resmi devlet işlerinde ve dini ayinlerde Sümer dilini kullanmışlardır. Sümer çivi yazısını benimsemişlerdir. Okuma yazmayı dini okullarda öğretmişler, Sümer kültürünün sürekliliğini sağlamışlardır. 
Babillilerin en büyük tanrısı Marduktur. Lakabı “Büyük Efendi, dünyanın ve cennetin efendisi” idi. Gücünü, her zaman fakir insanlara yardım etme ve kötüleri cezalandırmada kullandığı bilgeliğinde saklı olduğuna inanılırdı. Babil’in en güçlü olduğu dönemde tektanrıcılık eğilimi görüldü. Marduk, Yaratılış adlı şiirin Babilce çevirisinde kutsaldır. Babil’de Yeni Yıl Günü şenliğinde büyük halk kitleleri önünde okunurdu. Kassitler de Marduk’a inanırlardı.
İnsanlığın en büyük buluşlarından biri olan yazı Sümerler tarafından bulunmuştur. Sümerler ilk olarak fikirlerini resimlerle anlatmış, zamanla resimler düz çizgilerle gösterilmeye başladı. İlerleyerek çivi yazısı şeklini aldı. Yazıyı uçları sivri ve üç köşeli bir kalemle yumuşak kil üzerine yazdıkları için bu yazıların bir tarafı ince, diğer tarafı kalın bir şekil almıştır. Çiviye benzediğinden çivi yazısı deniştir. Sümer yazısıyla sadece nesneler değil fikirler de belirtilebiliyordu. Yani soyut kavramları da yazabiliyorlardı. Fakat bu yazı harf yazısı değildir. Ön-Asya milletlerinin resmi yazısı olmuş, Sami’ler, Asurlular, Elamlılar ve Persler bu yazıyı kullanmışlardır.
Sümerlerden çivi yazısıyla yazılmış birçok eser kalmıştır. Sümer dili Türk dilleri gibi ön ve son ekler alıyor ve Türkçe kelimelere benzeyen kelimeler bulunuyor: “İs-İp, Sab-sap, Düg-Diz, Sim-Çim, Tum-Tüm, Azag-Yasak, Barag-Baraka, Ağar-Ağıl, Abba-Baba, Guse-Köşe, Kukurtu-Gürültü, Sig-Sığ, Zu-Zor, Ada- Ata, İgi- İki, İl-Ülke, İsi-İz, Usu-Us, Sab-Sap…” 
En değerli Sümer eserleri ilahiler, efsaneler, destanlar ve atasözleridir. Baş tanrı Enlil için yazılan bir ilahide şöyle der: "Büyük tanrı Enlil olmasaydı/Şehirler inşa edilemeyecekti, yüksek rahip doğmayacaktı/İşçiler ne vali ne de nazır olmayacaktı/Nehrin kabaran suları taşmayacaktı/Denizin balığı kamışlığa yumurtalarını bırakmayacaktı/Göğün kuşları dünyada yuva kuramayacaktı/Gökte biriken bulutlar rutubetlerini vermeyecekti/Ovaların güzelliği olan otlar, yeşillikler büyümeyecekti/Tarlada ve çayırda zengin mahsul çiçek vermeyecekti. 
Gılgamış, Yaratılış ve Tufan destanları Dünya kültür mirası olarak çok değerlidir. 
Gılgamış dev bir kraldı. Çok sevdiği arkadaşı Engidu ölür. Gılgamış arkadaşının ölümüne çok üzülür. Ama daha çok kendisinin de öleceğine üzülüyor. Ölümden kurtulmak için çare arıyor. Çaresi tanrı olmaktı. Çünkü ölmeyen sadece tanrılardır. Uzun seyahatlere çıkıyor ve tanrı olmanın sırrını öğreniyor. Gılgamış denizin dibinde bir ot bulacak ve otu yiyerek ölümden kurtulacaktır. Denizin dibindeki o otu bulur, koparır ve su yüzüne çıkar. Fakat yemek kısmet olmaz. Bir yılan otu yutar. Destana göre ne yapılırsa yapılsın ölüme çare bulunamayacağını anlatarak ölüm karşısındaki çaresizliği vurgular: “Niçin kuvvetin kesilmiştir? Boynun bükülmüştü? Kalbin hüzünle doludur. Mahzun bir haldesin ve kalbin yeisle doludur”.
Tufan menkıbesi Nuh tufanını anlatır: “Evi yık, bir gemi inşa et/Seveti terk et, hayatını kurtar/Bütün hayat tohumlarını gemiye getir/Yapacağın geminin bütün büyüklükleri ölçülü olsun/Uzunluğu ve genişliği aynı olsun”. Bu menkıbe Tevrat, İncil ve Kuran’a geçmiştir. 
Sümerlerden kalan atasözleri güzel ve anlamlıdır: “Bela Allahtandır, önlenemez”. “Zenginlik yuvası olmayan uçan kuşlara benzer”. “Evde huzursuz bir kadın cinlerden daha fenadır”.
Sümerler gökteki yıldızların hareketiyle insanların yaşamları arasında ilişki olduğuna inanıyorlardı. Ziggurat adlı tapınak-rasathanelerinde yıldızları gözlemiş ve görünüşlerine göre birtakım kümelere ayırmışlardı. Her kümeye “Burç” diyerek, bir hayvan veya bitkiye benzerliğine göre de ad verdiler. Bir ayı 30 gün ve seneyi 360 gün kabul ettiler. Bir sene 12-13 ay çekiyordu. Geometri ve Aritmetik bilgilerin esasları Sümerler tarafından kurulmuştur. Çarpma ve bölme için tablo ve cetveller yaptılar. Arazilerin yüzey ölçümünü hesaplayabiliyorlardı. Bazı hacimleri de ölçebiliyorlardı. Daire çevresinin 360’a bölünmesi geleneği Sümerlerde gelmektedir. Standart uzunluk ve ağırlık ölçüleri de vardı.
Babilliler Sümer bilimine ilave olarak güneş saatini buldular. Ay ve güneş tutulmalarının devirli olduğunu keşfettiler. Yıldız hareketlerinden anlam çıkarmakla boş yere zaman kaybettiler. Astronomik gözlemlerini gaipten haber vermekte, burç falı bakmakta kullandılar. Ay ve Güneş tutulmaları kötüye işaret sayılırdı. Babillilerin astronomik çalışmalarla elde ettikleri bilgileri bilimsel anlamda kullanmak sonraki nesillere ve Yunanlılara kaldı. Kurban ettikleri hayvanların barsaklarından fal bakıyorlardı. Matematikte kesirleri geliştirdiler. Daha karmaşık hesapları yapabildiler. 
Sümer mimarisinin en önemli eserleri kat kat ve kule şeklinde yapılan Zigguratlardır. Heykeltraşlık Gudea ve 3. Ur sülalesi döneminde çok ilerlemiştir. Kralların işlerini anlatan kabartmalar canlı ve sanatsaldır. Kral Naram-Sin’in dağlı kavimlerle dövüşmesini gösteren kabartma ünlüdür. 
Babil’in 6. Hükümdarı Hammurabi’den sonra Mezopotamya sanatında gerileme başlamış. Ama İkinci Babil krallığı zamanında yeniden canlanmış. Meşhur Babil Kulesi (yükseklik 90 m) ve Babil’in Asma Bahçeleri sanat bakımından paha biçilmez eserlerdi. Babil, Mezopotamya'da adını aldığı Babil kenti etrafında M.Ö. 1894 yılında kurulmuş, Sümer ve Akad topraklarını kapsayan bir imparatorluktur. Babil'in merkezi bugünkü Irak'ın El Hilla kasabası üzerinde yer almaktadır. Kuzey Babil Devleti ise, Şırnak ilinin İdil ilçesi güneyinde Babil köyünde kurulmuştur. Babil halkının büyük bir kısmı Sami asıllıdır.
Babil kulesinden Tevrat'ın Yaratılış (Tekvin) kısmında bahsedilir: ''
Ve bütün Dünya'nın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear (Sümer) diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine 'gelin, kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. Yeryüzünde dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım' dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım. Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil dendi.”
Kur'an'da Babil şehrinden Bakara Suresi, 102. ayette bahsedilir. Harut ve Marut isimli iki melek, insanları imtihan etmek için Allah tarafından Babil'e gönderilirler. Burada insanlara sihir öğretirler. Melekler, sihrin küfür olduğunu söyledikleri hâlde insanlar öğrenmekte ısrar edip karı-kocayı ayırmaya yarayan sihirler öğrenirler.
Babil'in Asma Bahçeleri, Dünyanın Yedi Harikası'ndan biridir. MÖ 7. yüzyılda Babil kralı Nebukadnezar tarafından yaptırılmıştır. Babil'in çorak Mezopotamya çölünün ortasında; ağaçlar, akan sular ve egzotik bitkilerin bulunduğu çok katlı bir bahçedir. Coğrafyacı Strabon'un 1. yüzyıldaki tanımına göre: "Bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat Nehri'nden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya doğru akıyordu"
Söylenceye göre, Nebukadnezar bu yapıyı sıla hasreti çeken karısı Semiramis için yaptırmıştır. Semiramis, Medes kralının kızıdır. Mezopotamya'nın düz ve sıcak ortamı onu bunalıma itmiş, kral da karısının hasretini sona erdirmek için yapay dağların olduğu, suların aktığı yemyeşil bir bahçe yaptırmıştır. Bu yüzden bazen Semiramis'in asma bahçeleri olarak da anılır.
Asurlular heykeltraşlıkta çok ilerlemişlerdi. İki kanatlı aslan, Nemrut tapınağındaki aslan heykelleri çok ünlüdür. Asur krallarının savaş ve av sahnelerini belirten kabartmalar da eşsiz sanat eserleridir. Ayrıca Asur şehrinde ve Ninova şehrinde yüksek setler üzerinde surlarla çevrili büyük saraylar ve tapınaklar da yapmışlardır.  
Mezopotamya medeniyetini Sümerlerin oluşturduğu su götürmez. Bunların Türk kökenli olabileceğiyle ilgili tartışmalar ise devam ediyor. Bir kısım bunların kesin Türkler olduğunu iddia ederken, özellikle Türk düşmanı çevreler karşı çıkıyor. Aslında her iki iddia da tam olarak doğru değil. Sümerler Orta-Asya kökenli, beyaz ırktan gelen dolayısıyla çekik gözlü sarı ırktan farklı bir kavimdi. Orta -  Asya kökenli ve göçmeden önce de ileri bir medeniyete sahip olmaları dolayısıyla Proto – Türkler veya Ön – Türkler olarak adlandırılan kavimle aynı kökenden geliyor olmaları kuvvetle muhtemel. Çünkü Orta-Asya’da yapılan kazılardaki (örn: Anav) maden buluntuları ve sanat eserlerinin yapı, şekil ve işlemeleriyle Sümerlerin eserleri çok benzer. Orta Asya ve Sümer kültüründe dağların doruklarının kutsal sayılması ve dağların doruklarında yaşayan çeşitli tanrılara inanılması gibi benzerlikler iki bölge arasında köken birliği ya da kültür etkileşimi olduğunun kanıtı olarak öne sürülmüştür. Ön – Türkler bulundukları bölgede gelişmeye devam ederken, Sümerler Mezopotamya’da yaşamlarına devam etti. Başlangıçta izole ve Sami olmayan bir halkken bölge ve yakınındaki kavimlerle (Mitanniler, Gutiler, Kasitler, Elam’lılar) ve kendileri gibi sonradan gelenlerle (örn: Arabistan’dan gelen Sami’ler, İran’dan gelenler) karıştılar.
Mezopotamya sonraki devirlerde Pers egemenliğinde kaldı. Bu egemenlik Büyük İskender'in Pers İmparatorluğu'nu yıkarak Persepolis'i almasıyla sona erdi. Büyük İskender Zor kazanılan savaşların sonucunda, Makedonya'dan Hindistan'a kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurmuş, Antik Yunan uygarlığının Doğu'ya yayılmasında etkili olmuş ve efsanevi bir kahramana dönüşmüştür. 
Daha sonra bir süre daha Pers imparatorluklarının Mezopotamya üzerinde hakimiyet kurdukları görülmüştür. Romalılar kuzeybatı bölümünü egemenlikleri altına almışlardır. Beş İyi İmparator dönemi olarak bilinen Antoninler döneminde İmparator Trajan (98-117) Ermenistan seferine çıktığı zaman zaferlerine Mezopotamya’yı da ekledi ve burayı Roma İmparatorluğu’nun yeni eyaleti ilan etti. Sonraki İmparator Hadrianus zamanında elden çıktı. Pers Sasani İmparatorluğu döneminde egemenlikleri altındaki Mezopotamya'nın büyük kısmı Del-i Iranşahr yani "İran'ın Kalbi" olarak anılmaya başlanır ve başkent Mezopotamya'da yer alır. Sasani İmparatorluğu’nun Hristiyanlarının büyük çoğunluğu özellikle Mezopotamya’da yaşıyordu. Roma İmparatoru Heraklium Fars Ordusunu Ninova Savaşı’nda mağlup etti (627). Batı İran’a ve Mezopotamya’ya girdi. Taht-ı Süleyman’ı ve Dastugerd Sarayı’nı yağmaladı. M.S. 7. yüzyılın erken dönemlerinde Arap halifeleri Şam'ı kontrol altına alır ve zaman içinde Mezopotamya Arapların egemenliği altında tekrar birleşir. Yine de bu dönemde iki vilayet şeklinde idare edilir: başkent kuzeyde Musul, güneyde Bağdat. Bağdat daha sonra hilafetin de başkenti olur ve 1258 yılına kadar böyle kalır. 1508-1534 arasında Safaviler kısa bir dönem için Mezopotamya'yı kontrolleri altına alırlar. Safeviler Azerbaycan kökenli bir Türk-İslam devleti olup tüm İran’ı ele geçirmişlerdir. Osmanlı Türkleri 1535'te Bağdat'ı egemenlikleri altına alırlar. 1717 yılında Arap Bedevileri tarafından Mezopotamya istila ve yağmalara uğrar.
Osmanlı Devleti'nin egemenliği sırasında Mezopotamya üç vilayete ayrılarak idare edildi: Musul, Bağdat ve Basra. I. Dünya Savaşı'nın sonunda Mezopotamya kısa bir süre için İngilizlerin yönetimine geçti. İngilizler bugünkü Mezopotamya’yı büyük ölçüde şekillendirdiler. Önce Suriye ve Irak'ı bir Haşimi yöneticiye bağlayarak tek bir devlet halinde getirdiler. 1920 yılındaysa Irak’ı ayrı bir devlet yaptılar. Bu devlete bugünkü Irak’ın yanı sıra Kuveyt de dahildi. Kuveyt 1961 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder